Muhabbet Kasetlerinin Sosyolojik ve Müzikalite Olarak Değerlendirilmesi

Başlık, sıkıcı akademik metinlerin başlığı gibi oldu ama bu yazıyı yazarken eğleneceğim için sizin de eğleneceğinizi tahmin ediyorum…

Herhalde şu hayatta en çok dinlediğim “kaset” Muhabbet 4 olmalı!

En son kaset almamın üzerinden 20 sene geçmiş olmasına rağmen o günleri hala özlüyorum. O dönemlerde müzik, yani halk müziği ve özgün müzik hayatımdaki en önemli şeylerdendi. Şimdi öyle değil. Müzik dinleyecek vakit pek bulamıyorum. Messi, Ronaldo yılları gibi kaset alıcılığı yılları da, yoğun müzik dinleyiciliği de geride kaldı…

Yazıyı başlamadan önce müzikle ilgili iki tezimi tekrarlamak istiyorum:

  1. (Akademik metin gibi olmasın bu yazı, lütfen!) İnsanın çocukluğunda, ergenliğinde hayatına giren müzikler ömür boyu oradan çıkmıyorlar.
  2. İnsanlar müziği iki şekilde dinlerler: duygusal katılımcı olarak ve teknik gözlemci olarak…

Bu iki tezi herkesi de bağlayabilir, sadece beni de bağlayabilir. Emin değilim! Beni bağlıyor ama…

Çocukluğumda hayatıma giren müzikler bir türlü hayatımdan çıkmıyorlar. Onlardan çok daha nitelikli müzikler olduğunu bilmeme rağmen, onları hayatımdan çıkartamıyorum. Müziğin niteliği ve değeri farklı iki şey. Halk müziğinin değeri elbette vardır ama onun tekdüze ve klişelerle dolu bir müzik olduğunu kabul etmemiz gerekir. Veya ne gerek var şimdi buna değinmeye… Konumuza dönelim:

Muhabbet kasetlerini çocukken ve daha sonra üniversite yıllarımda bağlama öğrenmeye çalışan bir genç olarak çok çok dinledim. O serinin zirvesi olarak gördüğüm Muhabbet 4’ü diğerlerinin toplamından daha çok dinlemişimdir.

Nedir Muhabbet serisi?

1982-89 yıllarında yayınlanmış olan bir kaset serisidir. İlk önce üç müzisyen vardır: Arif Sağ, Musa Eroğlu, Muhlis Akarsu. Daha sonra onlara Yavuz Top da dahil olur. 4’te Muhlis Akarsu yoktur, 6 ve 7’de de Arif Sağ. Biraz karışık. Ama bu işin beyni ve sürükleyici gücü olarak Arif Sağ’ı görmeliyiz. Onun olmadığı 6 ve 7 biraz yavan kaçar.

Muhabbet kasetlerini incelemek istiyorsak, yukarıdaki paragrafta yazdığım üzere, bu projenin beyni, sürükleyici gücü, süperstarı Arif Sağ’a biraz bakmamız lazım. 60’lı yıllarda Orhan Gencebay ile iki genç star bağlamacı olarak enstrümantal dinletiler vermeyi başarmış olması onu farklı bir yere koyuyor. 70’lerde arabesk müzikte şansını deneyen Arif Sağ aslında çok baskın Alevi kimliğini hiçbir zaman unutmamıştır. TRT’de ve İstanbul konservatuvarında parlak ve risksiz bir kariyer kendisini bekliyorken, bunları itmiştir ve devlet memurluğunun konforundan sıyrılıp risk almıştır. Bunu ne kadar bilinçli yapmıştır, bunun ne kadarı çıkıntı karakterinden ötürüdür bilemiyorum. Ama yapmıştır.

Ayrı bir yazıyı hak eden 1982 Şan Tiyatrosu konserinde, esasında yavan bir köylü çalgısı olarak görülen bağlamayla, ilk kez bir insan virtüözite gösterisinde bulunuyordu. Artık Arif Sağ bir stardı. Sazı çalarken kendinden geçerek alnına inen saçının perçemlerini sallamasıyla yakışıklı bir figürdü de Arif Sağ. Tip önemlidir!

Yakışıklı star Arif Sağ, hayatının en önemli iki şeyinden biri olan Alevi müziğini (diğeri de rakı) topluma sunmak için olanaklara sahip olmuştu. Araştırmalar toplumun %5’nin Alevi olduğunu gösteriyor. Belki o yıllarda asimile olmamış olanlarıyla birlikte bu oran %10 falandı. Ayrıca 70’li yılların –bana göre moda olan- solculuğu da hala diriydi. Yani o kaseti alacak bir 1 milyon insan vardı. Kaset çıktı.

Kısa zamanda bir fenomene dönüştü ve işte o süreç yedi yıl sürdü. Alevilerin TR genelinde bu kadar görünür, hissedilir, kabul edilebilir olması o tarihe kadar görülmüş bir şey değildi. Herkesin var olduklarını bildiği ama nefret ettiği, küçümsediği; uzak durulması, önemli yerlerden uzak tutulması gereken insanlardı Aleviler. Arif Sağ bu zinciri kırmıştır. Muhabbet serisinin sosyolojik boyutu budur. Yıllar sonra Çarkıfelek’e katılan Arif Sağ’a Mehmet Ali Erbil 80’li yıllardaki bir Almanya turnesinin anısını anlattırır. Alevi deyişleri söyleyen Arif Sağ’ın o turnede, o ekipte yer alması Muhabbet serisi olmasaydı, örneğin 70’li yıllarda mümkün değildi. Aleviler bu kasetlerle kendilerini kabul ettirmişlerdir. Kabul ettirmişler midir? Aslında bu sorunu cevabı halen hayırdır! TR ortalama adamı (homo ortalamus) halen Alevileri sevmez, onları beğenmez, onları çevresinde istemez, onlarla ilgili tuhaf tuhaf iddiaları sorgusuzca kabul eder. Bu kasetlerin sağladığı şey, Aleviler ilk defa “biz buradayız, varız” diye seslerini yükseltmişlerdir.

Bu arada yeri gelmişken burada açıklama ihtiyacı hissediyorum: Ben de Alevi bir ailede doğdum ama kendime Alevi diyemem. Benim için Alevilik, sünni İslam inancından “daha az saçma” bir şey değildir. İnsanoğlunun bütün spiritüel şeyleri geride bırakmasını arzu ederim ama bunun, en azından ben yaşarken, olmayacağını biliyorum. İnsanlar, özellikle de kadınlar spiritüel şeylere bayılıyorlar. İstihareye yatan Niğdeli Fatma teyzenin yaptığı, Hızır lokması dağıtan Sevim teyzenin yaptığından veya Fethiye’deki paralı öz benlik kampına katılan İlayda Su’nun yaptığından daha az saçma değil! Ama herkes Alevi olsa işime gelirdi, bunu da söyleyeyim. Benim sürmek istediğim yaşam tarzı üzerinde Aleviler baskı unsuru kuracak bir topluluk değil!

Kasetlerin müzikalite olarak değerlendirmesine geçelim. Arif Sağ Türkiye’ye bağlamada da virtüözlük olabileceğini kanıtlamış insanların başında gelir. Aslında ondan önce Orhan Gencebay vardır ama insanlar Gencebay’ın şarkılarını şarkı olarak dinlerler, bağlamada tarih yazılan eserler olarak değil! Yavuz Top’un olmadığı Muhabbet 1 ve 2 bana savruk görülür. Zaten bazı röportajlarda Arif Sağ bu kayıtların doğaçlama yapıldığını söyler. Dinlerken bazı hataları fark edersiniz. 70’li yılların muhalif ozanları, örneğin Mahsuni, Ruhi Su, İhsani veya geleneksel ozanları örneğin Davut Sulari, Aşık Veysel falan sazı çok kötü çalarlar. Bu insanlar büyük değerler oldukları için onlara laf söyleyemezsiniz ama gerçek budur. Sazı ilk defa “adam gibi” çalan birileri gelmiştir. Eksiklidir ama diğerlerinden daha iyidir.

Yavuz Top’un 3’te gruba katılmasıyla müzikalitede belirgin bir yükseliş olur. Artık rakı masasındaymış gibi değildir kayıtlar. Daha derli toplu ve teknik olarak bağlamayı konuşturan eserler gelmiştir. Bu işin zirvesi olarak gördüğüm Muhabbet 4’te Muhlis Akarsu yoktur. Merhuma saygım sonsuz, çok güzel türküleri de var ama onu dinlemekten haz aldığımı söyleyemem maalesef. 4’te daha önce pek eşi benzeri görülmemiş güzellikte saz çalar üçlü! 5’te Akarsu yine gelir. 5, 4’ün üzerine çıkamaz. Sonra Arif Sağ iyice star olduğu için, veya SHP milletvekili olduğu için, veya da yüksek egolu ve çıkıntı karakteri artık diğerlerince çekilmez olduğu için 6 ve 7 Sağ’sız çıkar.

Bu kasetlerle bağlamada devrim yapılmıştır. TRT’nin dayattığı bozuk düzen akortlu, uzan sap bağlamalar terk edilmiş onun yerine bağlama düzeni akortlu kısa sap bağlamalar gelmiştir. Alevi deyişlerini çalmak için çok daha iyidir bu kısa sap bağlamalar fakat daha sonra o da bir nevi tahakküme dönüşmüş ve uzun yıllar boyunca sanki uzun sap bağlamalar yokmuş gibi davranılmıştır. Bugün zaten saz çalan, saza ilgi gösteren insan sayısı daha azdır ve onlar da her ikisini kullanıyorlar gibi geliyor bana.

Evet, insanlar (daha doğrusu ben) müziği iki şekilde dinler(im)ler: duygusal katılımcı veya teknik gözlemci olarak… İçinde Ali, Şah, Muhammet, yar, 40’lar, 7’ler gibi kelimeler geçen bir müzik eserini duygusal katılımcı olarak dinleyemiyorum ama teknik gözlemci olarak çook çook dinledim. Hala da arabadaki 1000 parçalık flash diskte varlar bu parçalar. Denk gelince dinliyorum. Müzik, serotonin hormonunu en kısa sürede ve en yoğun salgılatan sanat dalı olabilir. O yüzden dinliyoruz. Biz çocukken oradaydılar, seviyoruz işte, na’apalım!

Bu yazı Uncategorized kategorisine gönderilmiş ve , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.