Her Şey Sınıfsal Mı?

Değil!

Birçok şey sınıfsal ama her şey sınıfsal değil!

Sınıfsal derken işçiler ve patronlar arasındaki bir çelişkiden bahsetmiyorum. Hayattaki birçok şey ekonomik çıkarı gözeterek yapılır evet, ama her şey bunun için yapılmaz. Tarihte ilk kez enikonu Karl Marx tarafından ortaya atılan sınıflar mücadelesi olgusunun insanlık tarihi boyunca doğru dürüst sorgulanmadığını ve eşitsizliğin içselleştirildiğini görüyoruz. O halde Marx yanılmış olabilir mi? Eşitsizlik acaba insan doğasının bir çıktısı olabilir mi?

 Marksizme tıpkı bir dine bağlı gibi olan solcuların tüylerinin diken diken olduğunu hissediyorum. Çünkü bunu yapmasalar 10 yıllar boyunca yanlış bir hayat yaşamış olacaklar. Tıpkı 2015 yılında sudan çıkmış balığa dönen “bir kısım” MHP’li gibi…

Bir Twitter hesabı keşfettim: Psiko Bilim adlı bu hesap yayınlanmış ciddi makaleleri, araştırmaları okuyor ve yorumluyor. Araştırmanın vurucu yanını ve özünü paylaşıyor. Orada ateizm ve liberalizm gibi düşüncelere meyil veren insanların IQ’larının daha yüksek olduğunu ortaya çıkan bir araştırma gördüm. Hak verdim. Liberal demek TR solu için küfür gibi bir şeydir. Oysa radikal, ütopik düşüncelere, siyasi akımlara kapılmaktan ziyade toplumun tarih içerisinde doğal olarak daha iyiye gideceğini görmek bence daha akıllıca. 30, 40 yaşında olanlar doğru dürüst bir mücadele olmamasına rağmen gündelik hayatın nasıl da eskiye nazaran daha iyi olduğunu, toplumların nasıl da ileriye doğru geliştiğini görebilirler. Tabii bunun için ön yargılardan uzak bir şekilde bakabilmek gereklidir. Erdoğan’ın “Biz geldiğimizde bulaşık makinesi yoktu” şeklindeki cümlesi doğrudur. Şimdi her evde bulaşık makinesi olması Erdoğan’ın özel başarısı değildir elbette ama kabul edelim ki bu doğrudur. 1900’leri başında bir kadının ev işlerine ayırdığı vakitle şimdi ayırdığı vakit arasında uçurum vardır. Bunu erkekler mi bahşetmiştir? Feministler mücadeleyle mi bunu kazanmıştır? İkisine de hayır. Toplumlar doğal olarak gelişmektedir. Ha, TR kadınları hala 1900’lerin başındaki kadar ev işlerine vakit ayırmaktadırlar, buna bayılmaktadırlar ama o da onların kerizliğidir kesinlikle!

Soruya tekrar dönelim… Her şey sınıfsal mıdır? Tekrarlayalım: Değildir!

Kısa bir süre önce Twitter’da birisi bir hamburger görseli paylaştı. Denizden çıkmışsındır… Annen hamburgerin hazır olduğunu söyleyerek seni çağırmaktadır… Halk plajlarında satılan kalitesiz bir hamburger ve daha önce çokça kez kullanılmış olan yağda kızartılmış kötü patates kızartması vardı görselde. Kullanıcı “sinifsaldir mesela” notuyla paylaşmış görseli.

O kötü hamburgeri yiyebilmek “sınıfsal” mıdır? Benim de içinde bulunduğum epeyce bir insan ilk kez denize 15, 16 yaşlarında girdi. Çoğu o hamburgeri yiyemedi, evden getirilen atıştırmalıkları yedi. Benim dâhil olduğum grubun dışında yer alan epeyce kişi ise denize hiç gidemedi. Bu iki grubun içerisinde denize gitmek için yanıp tutuşan ama parası olamadığı için gidemeyenler kadar parası olduğu halde o vizyona sahip olmayan insanlar da vardı. O kültüre dahil olmayan, o kültüre ilgi göstermeyenler de vardı. 20 milyonluk İstanbul’da deniz girmek için yanıp tutuşan insanlar bunu mutlaka başarabilirler. Üsküdar’dan kalkan Şile otobüslerine binerler, metrekareye 8 insan düşen alanda denize girerler, karınlarını da doyururlar ve tekrar evlerine dönerler.

Görseli paylaşan kişinin baktığı yer yanlıştı. O şey ilk olarak sınıfsal değildi. Kültüreldi. 70’li yılların solcularının imkânları varken Birinci sigarası içmeleri gibi bir şeydi o paylaşım. Muhafazakar bir tutumdu yani. O görsele yorum yapan birisinin iletisi de çok tartışıldı. 90’lı yılların bir memur çocuğunun paylaşımında olay doğru yerden yakalanıyordu. Aradaki kültürel farkın altı çiziliyordu. 80’lerin, 90’ların orta sınıfları şimdiki orta sınıflardan daha kalabalıktılar. Bir şeyleri elde etmek olanakları daha fazlaydı. En alt kesim yine en alttaydı ama altın üstü orta sınıflar biraz daha oransal olarak fazlaydılar. Ama işte bu iki kesim arasında aşılmaz gibi görünen kültürel farklılıklar var.

Klasik Marksist önermeyle, maaşla çalışan herkesin işçi sınıfına dahil olduğu ve dolayısıyla siyaset yaparken birleşip ortak çıkar için mücadele etmeleri gerektiği tezinin Türkiye’de karşılığı yok. Yani bu uygulanamaz.

Çünkü Türkiye’de siyaset ekonomik çıkarlardan önce kültürel bölünmüşlükler üzerinde yapılıyor. Şu son seçim sonuçları herkesi ters köşe yapmış olsa da ben bunu savunuyorum. Veya 22 yıl çok uzun bir süre ve dolayısıyla tarih aktığı için insanlar kültürel olarak da birbirlerine benzemeye başlıyorlar… Asgari ücretli ortalama bir sünni muhafazakar insan, 150 k maaş alan bir “emekçi” Aleviden tiksinir burada! Onu adamdan saymaz. Onu çevresinde istemez. Ona kesinlikle ülke yönetiminin verilmemesi gerektiğini düşünür. Ne ortak çıkarı, ne tarihsel birlikteliği! 150 k maaş alan Alevi emekçi (yazılımcı) veya asgari ücretli Kürt veya 150 k maaş alan sünni ama tiyatroya giden, kitap okuyan insan… Keraneye giden, içki içen ama modern yaşam süren o kesimlere küfredip, açıktan onlara düşmanlık yapan atölye sahibi Duran Abi ona daha yakın gelir… Duran Abi nereyi işaret ederse ona oy verir bizim asgari ücretli vizyonsuz “emekçi” kardeşimiz! Yakalasa sizi siker maazallah! Uzak durun!

Mesele o emekçiyle ekonomik olarak aşağıda veya yukarıda eşitlenmek değildir! Mesele onunla kültürel olarak eşitlenmektir. O zaman sorunlar çözülecektir. Ve bence bu da mücadeleyle olmayacaktır. Tarihin doğal akışı içerisinde, kendiliğinden gerçekleşecektir. Belki de şu seçim sürecinde olan biten budur. Bu arada mesele demişken, ben bunu mesele olarak görmüyorum. Hepsinin köküne kibrit suyu! Mesele olarak göreniniz varsa diye diyorum. Duran Abi veya o Selman Usta için yapılabilecek bir şey yoktur. Rakımızı içeceğiz, flörtümüzü edeceğiz, konserlere gideceğiz, tatillere gideceğiz ve onların dönüşmesini bekleyeceğiz. Hiç mücadeleye gerek kalmadan, en fazla 40 yıl içerisinde onlarla kültürel olarak eşitleneceğiz. CHP iktidarı o zaman gelecek veya işte o, isim babası olduğum CAK Parti iktidarı! Yani hiç mücadeleye gerek kalmadan 40 yıl içerisinde CAK Parti iktidarı kendiliğinden gelecek! Oh mis!

Her şey sınıfsal mı sorusuna üçünce kez ve son kez dönüyoruz…

İnsan olarak tam bir provokatör orospu çocuğu olan ama aslında çok büyük bir entelektüel olan Sevan Nişanyan’ın çok doğru bulduğum bir tespiti var:

İnsan bu hayatta en çok ne için yaşadığını sormuştu birisi kendisine. Ünlü provokatör de düşündü ve dedi ki ne hayatta kalmak ne de üremek için yaşar, insan bu hayatta en çok itibar için yaşar! Yıllardır düşündüğüm ve formüle edemediğim şey belki de buydu. Neler yapmadık ki şu itibarı elde etmek için! Bu arada aslında bu formül daha çok erkekler için geçerlidir. Kadınlar güzel bir yuva kurmak ve sonra da o yuvayı çamaşır suyuyla silmek için yaşarlar genelde. Yoğurt kabı biriktirirler, 50 gram zeytini israf olmaktan kurtarırlar, dolapları düzenlerler, zaten düzgünce serilmiş olan yorganın üstüne bir de estetik yatak örtüsü sererler ve mutlu olurlar bunlar için. Sonra da burç yorumlarını okurlar. Ama erkekler itibar isterler. Ortamlarda kendileriyle ilgili övgü dolu sözler gelsin isterler. Hatta bazıları öldükten sonra bile anılmak için roman yazarlar, şarkı bestelerler, devlet/millet kurtarırlar…   

Yani eşitsizlik insan doğasının bir çıktısıdır. Birileri mutlaka birilerinden daha çok ön planda olacaktır. Olmak isteyecektir ve kaçınılmaz olarak olacaktır da… bu öne geçiş daha çok servet toplamak şeklinde olacaktır. Veya bir şekilde işte diğerlerine karşı bir üstünlük koyarak olacaktır. Bırakınız koysunlar! Bunu yapmazsanız insanın (erkeğin) var olma amacıyla oynamış olursunuz. Bu farklılaşma bazı Batı toplumlarının başardığı gibi en altı ve bir üstünü gözeterek, onlara insanca yaşam olanakları sunarak yapılırsa en ideali olur. İşte liberalizm! Devrimle bunun üzerine giderseniz, B planınız var mı? Bağlasan durmayacak olan daha etkili bireyleri nasıl idare edeceksiniz? İşte bu yüzden her şey sınıfsal değil. Bazı şeyler insanın, bireyin tutkuları yüzünden olur! Onun nefret ettiği şeyler vardır, onun hayran olduğu şeyler vardır, onun kutsal olarak gördüğü şeyler vardır ve bu etkili erkek birey milyonlarca kişiyi peşinden sürükleyebilir. Cengiz Han’ın başlattığı Moğol Dünya Savaşı’nın (aslında birinci dünya savaşı o) sınıflar mücadelesiyle alakası yoktur bence. Ailesinin ormanda bilerek bıraktığı ve fare avlayarak hayata tutunmuş bir çocuktan bir psikopat ortaya çıktı ve o piskopat dünyanın gerisinin hem mecazi anlamda hem de gerçek anlamda amına koydu! (1100lü yıllarda yaşamış bir bireyin bugün Asya’da yaşayan milyonlarca kişinin genetik babası olduğu kesinleşti.) Hitler gibi bir manyağın tüm ulusu çılgınca bir projeye zorlaması, bunu başarması sınıflar mücadelesi miydi yoksa kolektif bir çılgınlık mıydı? Hangi makul insan Almanya’nın hem İngiltere, Fransa’yı hem de Rusya’yı yenebileceğine inanır! Ama inandılar işte! İnanmasalar bile inananlar o kadar fazlaydı ki seslerini çıkaramadılar. Tarihte kazanma ihtimali %10’dan az olan nice prens, şehzade, bey, ağa isyanı vardır! Bu insanlar isteseler ömürleri boyunca bir elleri yağda bir elleri balda yaşayabilirlerdi ama itibar için çılgın maceralara girdiler. Çünkü onlara o devasa çiftlik evi ve o kasabanın yönetimi yetmiyordu. Marksizm kazansa tıpkı sıradan insanlara parasız eğitim ve parasın sağlığın yetmeyeceği gibi… Onların hayatlarını bir anlam katamazsınız, bir mitoloji veremezsiniz onları mutlu edemezsiniz. PKK hareketi o yüzden Newroz adlı, 1979 yılında kimsenin bilmediği mitolojileri yaratmaya çalışıyor.

Dünyada, insanlık tarihinde “psikolojik” olan şeyler sınıfsal olan şeylerden katbekat fazladır!

Diyerek yazımı tamamlıyorum.

Not: Yazım yanlışlarına bakamayacağım.     

Bu yazı Uncategorized kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.