Şükretmeyi çok tehlikeli bir eylem olarak buluyorum ama aklıma şu şiir geldi:
1961 yazı ortalarında Küba’nın resmini yapabilir misin
çok şükür çok şükür bugünü de gördüm ölsem de gam yemem gayrının
resmini yapabilir misin üstat
Elbette şükretmeyeceğim ama mutluluğun resmini görebildiğimi düşünüyorum. Bu yazıda bana göre Haziran Direnişi nedir, ne değildir onu ele almaya çalışacağım. Öncelikle isimden başlayalım. “Gezi Olayları” dememek gerekiyor. Burjuva medyanın dilini kullanıp yaşanılanları polisiye bir vakaya, bir kargaşalığa indirgemek en başta yaşamını yitirenlere saygısızlık olacaktır. Gezi Direnişi, Haziran Direnişi, Taksim Komünü olur. Ben Haziran Direnişi demeyi uygun buluyorum.
Bu yazıda üç bölüm olacak. Ne oldu, ne oluyor ve ne olacak şeklinde. Bir de bazı hususlarda paragraf açacağım.
Ne oldu?
Çok güzel şeyler oldu. 29 Mayıs Çarşamba günü mesaj gelmişti. Akşam geç saatlerdi. Yoğun bir toplantıdan çıkmıştım ve oraya gidecek enerjiyi kendimde bulamadım. Herkes gibi ben de işin ciddiyetini kavrayamamıştım belli ki. O günün sabahında yaşanan vahşi saldırı ve Erdoğan’ın “ne yaparsanız yapın, bizim dediğimiz olacak” cümlesi bence bardağı taşıran damla oldu. Türkiye’de çok az kişi bu noktaya bir anda gelindiğini düşünüyordur. AKP iktidarının 11 yıldır hayatın her alanına müdahale etmesi müthiş bir öfke birikmesi yaratmıştı. Yaklaşık bir sene önce Facebook’ta bir yorum yapmıştım: “Toplumsal muhalefetin patlaması aşamasında değiliz ama buna epeyce yakınız” demiştim. Çünkü görüyorduk. Hemen hemen her hafta sonu, çoğu zaman günde iki üç kez İstiklal’de şurada burada eylemlere katılıyorduk. Ayrıca birkaç ay önce bir “ODTÜ Ayakta” eylemleri yaşanmıştı ki gelecek fırtınanın ipuçlarıydı bunlar. Tabi bunlar burjuva medyasında hiç yer almıyordu, alanlar da baştan aşağı yalan yanlış şekilde yer alıyordu ama insanlar biriktiriyordu. Diyalektikte niceliğin niteliği dönüşmesi yasası vardır. Biz diyalektik deyince birileri dalga geçiyor ama işte nicelik niteliğe dönüştü. Nitelikten kasıt önemli bir değişiklik.
30 Mayıs akşamı Gezi’deydik. Bir sloganı ilk defa duyuyorduk “Bu daha başlangıç mücadeleye devam”. Bu slogan gerçekten Erdoğan’ın dediği gibi “mesele bir iki ağaç meselesi değil”in bizde de yansımasıydı. O akşam orada nöbetçileri bırakıp sakince ayrıldık. Ertesi sabah, insanlar uyurken polis yine vahşice saldırmıştı. O akşam dananın kuyruğunun kopacağı gün içerisinde belli olmuştu. Siyasetle alakası olmayanlar bile bir şeylerin olacağını hissediyordu. 31 Mayıs akşamı arabayı Kasımpaşa otoparkına park ettik ve Odakule’den İstiklal Caddesi’ne girdik. İşte o zaman mutluluğun resmini gördüm. İstiklal öfkeli kalabalıkla doluydu. Tam bir isyan havası vardı. 1800’lü yılların Fransa’sı böyle olmalıydı diye düşündüm. Sadece İstiklal değil Sıraselviler, Tarlabaşı, Dolmabahçe ve Harbiye tarafı da doluydu. Polis ve siyasi iktidarın hiç karşılaşmadığı bir şeydi bu.
Yüz binlerce insan sokakta siyasete müdahil oluyordu işte. Yaşam alanıma dokunma, her yeri dincileştirme, belirsiz bir gelecek vadetme, savaşma diyordu. Mutluluğun resminden kastım bu. O gece müthiş bir direniş ve kararlılık örneği gösterdi insanlar. Muhtemelen ilk defa gaz yiyorlardı ama gitmiyorlardı. Gece yarısı kalabalık daha fazla saldırıya dayanamadı ve geri çekildi. Bu sefer mahalledeydik. Yatağa girmiştim ki bir arkadaşım telefon etti. Yürüyüş başlamıştı. İlk defa böyle bir şey oluyordu. Türkiye’nin her yerinde halk sokaktaydı. Sadece iki ilden (Bayburt, Bitlis) eylem haberi gelmedi bu süreçte.
1 Haziran en kritik gündü. O gün Kadıköy’de CHP’nin mitingi vardı. TKP ilkelerini ilk ve son kez çiğneyip CHP’ye mitingi iptal edip, Taksim’e gitmesini söylüyordu. Bu gerçekleşti. Yaklaşık bir milyon insan Taksim’e yürüyordu. Biz Dolmabahçe’den yürüdük. Polis geri çekilmek zorunda kaldı. Çünkü katliam yapmadan bunun önüne geçemezlerdi. Bunu yapmaktan “siyasi” olarak çekindiler. Alana girdiğimizde alan boştu. Sonra herkes geldi. Polis çekilirken SDP adlı partinin beş, altı militanı polise soda şişesi ve taş attılar. Siyasi akılsızlık budur işte. Polis çekilirken yine kadın, çocuk, çoluk demeden gazı boşalttı. Gerçi 9-10 gün sonra polisin SDP önlüklü kişilerle nasıl da televizyondan kukla tiyatrosu oynadığını görünce bunların da polis olma ihtimali olabilir diye düşünüyorum.
Sonra meydan alındı. Şehir meydanları ideolojik olarak önemlidir. AKP’nin oraya gericiliğin simgesi bir ucubeyi dikme isteğini de böyle okumalıyız. Meydan halkındı. Yani gerçek sahibinin. Muhteşem bir şeydi. Anlatılmaz. 2 Haziran günü hayatımda gördüğüm en büyük kalabalığı gördüm. 2 milyon kişi o gün oraya gelmiştir diye düşünüyorum.
Egemen güçler Erdoğan’ı apar topar yurt dışına çıkartmışlardı. Bu planlı bir ziyaretti ama bu kadar önemli bir anda iptal edilebilirdi ama onun burada olmaması herkesin işine geliyordu. Sermaye sınıfı olan biteni tartmak için vakit buldu. Erdoğan da düşünmek için vakit bulmuştur. Erdoğan’ın bu saldırgan tutumunun spontane geliştiğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Evet kendisi öfke kontrolüne sahip değil ama burada egemen güçlerin Türkiye’ye ancak böyle bir başbakanın gideceğine kanaat getirmiş olması da vardır. Bugüne kadar da iyi getirmiştir.
Sonra Gezi Parkı’nda resmen komünizm kuruldu. Tamamen dayanışmaya dayalı, hiçbir metanın bulunmadığı bir alandı orası. 2 Haziran-11 Haziran arası oraya uğrayanlar hayatı boyunca unutmayacağı bir şeyle karşılaştılar. Ön yargılı giden açık veya örtük sağcılar hariç.
Meydanı halk zaptetmişti. Elbette böyle bir gidiş rejimin istediği bir şey olamaz. Valinin açıklamalarını hatırlayın ve sağ siyasetin ne kadar çürümüş olduğunu anlayın. Devlet Gezi’ye yürüdü ve orayı dağıttı. Bu arada her yerde eylemler devam ediyordu. Dünya üzerinde bu kadar uzun süren halk hareketlenmesi azdır. Genelde bunlar üç beş günde çoğu zaman kanla bastırılır. Türkiye egemen sınıfı hiç böyle bir şeyle karşılaşmadığı için ne yapacağını bilemedi. Emperyalizmin de ne kadar arkasında olduğunu anlaması için süre gerekti. Sonra kendilerini toparladılar ve müdahale ettiler.Arkasında yalan, tehdit, şantaj ve zorbalık geldi.
Ne oluyor?
Şu anda Haziran Direnişi biçim değiştirmiş şekilde forumlarda devam ediyor. Her cumartesi günü de yine İstiklal’de eylemler oluyor. Kitlesellik azaldı. Bu doğal bir sonuçtur. Her gün eyleme gidemezsiniz. Ayrıca politik bilinci olmayan insanlar mücadele etmemek için her türlü bahaneyi yaratmak eğilimindedirler. Toplumsal muhalefet Konya ovasında giden bir araba gibi değildir demiştik. İnişler, çıkışlar, geri çekilişler olur. Şu anda geri çekilişteyiz. Aslında 12 Eylül sonrasında başlayan ve çok uzun süren bir geri çekilişin içindeydik ama artık orada değiliz.
Ne olacak?
AKP kurmayları da dahil birçok kesim Eylül ayıyla birlikte yeni yükselişin başlayacağını söylüyor. Bekleyip göreceğiz. Ne olacağını madde madde tarif edemeyiz ama artık farklı bir ülkede yaşadığımızı bilelim. AKP bir sonraki seçimlerde %80 oy alsa bile bu gerçek değişmez. Siyaset sokakta yapılır. Burjuva siyaseti yalan, dolan, hile ve zorbalığa dayanır. Bizim elimizdeyse sadece “gerçek” var. O gerçek de şu: Artık Türkiye’de gerçek anlamda bir halk var. Halk olmayı başardık. Bu coğrafyanın en kitlesel, en uzun süreli, en kararlı direnişini gerçekleştirdik. En diyoruz aslında buna yaklaşan başka bir hareket de yok.
Notlar:
CHP
Bugün Türkiye’de %8 oranında insanların sosyalizmi istediği düşünülüyor. Umutsuz olanlar, sosyalizmi ütopik görenler bu orana dahil edilmemiş. Peki nerede bu %8? Sosyalist partilerde değiller. Demek ki CHP’deler. İşte Türkiye’deki burjuva siyasetinin CHP’ye biçtiği rol bu. Programını açın bakın. Sosyalizmin s’si yoktur ama bu iyi niyetli insanlar orada ömür törpülüyorlar. Türkiye’de nasıl iktidar olunur? Seçimle mi? Türkiye’de yerli ve yabancı sermayenin onayıyla iktidar olunur. Başka türlüsü mümkün değildir. Hemen müdahale ederler. Anında. CHP bu çemberin dışında değil ta içindedir. Onun görevi insanların sosyalizme ilgi duymalarını engelleyip, kafaları karıştırmak. Onları oyalamak. Çünkü bu çarkı ancak ve ancak sosyalizm yıkabilir. Dünya üzerinde başka bir şey yoktur bunu gerçekleştirebilecek. Bunu burjuvazi sınıfı çok çok iyi bildikleri için CHP’ye yatırım yaparlar. Tabanındaki iyi niyetli insanlar ve bazı milletvekillerine diyecek sözümüz yok. Ama CHP kurumsal olarak Gezi’de y-o-k-t-u. Olamaz zaten. En fazla gece yarısı toplanıp AKP’nin cumhurbaşkanına liderler zirvesi önerir. İktidar olmak gibi bir derdi olsaydı aslında kendisine “fit olacak” bu kitleyi arkasına alıp sistemi kitlerdi ve iktidar olurdu. Ama işte dediğimiz gibi Türkiye’de ancak böyle iktidar olunur. Bir alternatif daha var aslında. O da bir önceki paragrafta bahsettiğimiz “gerçeği” örgütleyerek olur. Sonra da devrimle. Artık sosyalistler CHP’den hiçbir halt olmayacağını anlamaları gerekir. CHP burjuva siyasetinin bir parçasıdır. Askeridir.
Kürt Siyaseti
CHP gibi Kürt Siyaseti de Gezi’de y-o-k-t-u. Gezi’deki 40, 50 kişi veya emekçi mahallelerinde eylemlere katılan sempatizanları bu gerçeği değiştirmiyor. Önemli olan kurumsal bir şekilde, ikirciksiz, net bir açıklamayla orada olmak. Bunu da yapmadı. Kim yaptı derse aklıma hakaret edilmiş sayarım. Bunu yapmadıkları gibi çok yanlış açıklamalar da yaptılar. Meraklısı arşivlere baksın. Aslında burada tutarsız bir yan yok. Kendi adlarına tutarlılar. Her zaman öyleler. Ulusal bir hareket. Sınıfsal kaygıları yok. Ayrıca şu anda devletle masaya oturmuş ve yıllardır verdikleri mücadelenin sonuçlarını alacağını düşünüyorlar. O yüzden tutarlılar. Tutarsızlık, onları kurumsal olarak solcu zanneden Türkiye’nin aklı kıt solcularında. Kürt ve Türk emekçilerinin yan yana gelmeleri hususunda büyük bir fırsat kaçmış oldu. Bunu dillendirenler var da Kürt siyaseti içerisinde.
Medya
25 Mayıs günü bir yazı yazmıştım. Orada yandaş medyadan ne anlamamız gerektiğine değinmiştim. Medyanın ipliği pazara çıktı. Sadece Zaman, Akit, Yeni Şafak değil o Hürriyetler, Milliyetler, Habertürklerin de yandaş olduğu milyonlarca insan tarafından anlaşıldı. O yüzden burjuva medyası demek gerekiyor. Yani o sınıfın çıkarları doğrultusundan onursuzca iş yapan medya organları.
Sol Siyaset
Devrimi halk değil sınıflar yapar. Bu temel Marksist önermeyi bilmeyenler her şeye devrim diye zıplarlar. Devrim olması için üretim ve paylaşım ilişkilerinde köklü değişiklikler olması lazımdır. İnsanlar kafalarında devrim yaptılar, eskisinden farklı insanlar oldular. Bu tamam. Ama bu süreç devrim süreci değildi. Adı üstünde direnmek üzerine kurgulandı. Bir iktidar talebi yoktu. Ancak önemsizleştirmemek gerekiyor. Devrime böyle bir halkla gidilir. Eski Türkiye’nin halk olmayan halkıyla devrime gidilmezdi. Sokağa çıkmaya alışkın bir halk lazım devrim için. Sokağa çıkmayı geniş düşünelim. Yani siyasete müdahil olmak, boyun eğmemek, yönetmeliklerin değil meşruiyetin peşinde gitmektir sokağa çıkmaktan kasıt. Bunlardan milyonlarca var şu anda Türkiye’de. Dolayısıyla sol siyaset için inanılmaz bir alan açılmış durumda. Bu alan hızlıca ve enerjik bir şekilde doldurulmalı. Bir sonraki, bir sonraki, bir sonraki halk hareketlenmeleri de farklı olacaktır bu sayede.
Devrime 31 Mayıs’tan öncekinden çok daha yakınız. Dünyada sınıflar mücadelesi yükselince Türkiye halkı da kenarda beklemeyecektir ve sahaya girecektir. Haziran Direnişi’nin antrenmanıyla. 90lı gençleriyle. Ama “gerçeği” örgütlemiş sağlam bir Leninist Parti’yle…
Son olarak “Bayrak”
Bayrak 12 Eylül’den sonra milliyetçiliğin, faşizmin sembolü olmuştur. İşkencehanelerde devrimcilerden kendisine selam durulması istenmiştir. Ayrıca Kürt halkına yönelik bir baskı aygıtı olarak kullanılmıştır. Doğal olarak bir yabancılaşma vardır. Ama bu hep böyle değildir. 15-16 Haziran 1970 kalkışmasında burjuvalar Türkiye’den uçaklarla kaçarken, işçi sınıfının gazabından korunmak için insanlar evlerine bayrak asıyorlardı. Yılmaz Güney’in “Umut” filminde arabacıların yürüyüş yaptığı bir sahne vardır. Orada bir arabacı eyleme gelir ve “hiçbir şey bulamadım ben de bunu getirdim” diyerek bayrağı gösterir. Yılmaz Güney’e ne Kürtlerin ne de solcuların bir itirazı olacağını sanmıyorum. Yine Youtube’daki 70li yılların 1 Mayıs görüntülerine, işçi grevlerine bakınız. Bayrağın “normal” bir yerde sembolik olarak durduğunu görürsünüz. Nazım’ın şiirleri de var elde. Bu normalleşme Haziran Direnişi’nde başladı. Elinde bayrak tutan kalabalıktan kaşan polis arabası gördük. Bu bir kazanımdır. Bu normalleşme iyidir. Üstüne gidilmelidir. Sosyalist cumhuriyet kurulduğunda uğraşacak ne kadar az şey olursa o kadar iyi. Çünkü ilk dakikadan itibaren ideolojik ve fırsat bulduklarında da fiziki olarak saldıracaklar.
Direniş’in sınıfsal boyutu ve sınıflar mücadelesindeki yeri başka bir yazının konusu olsun.
BU DAHA BAŞLANGIÇ, MÜCADELEYE DEVAM!