“Buried” (2010)

Uyarıyorum bu yazı filmin sağlıklı izlenmesini olumsuz yönde etkileyecek bilgiler (spoiler) içerir. Bu harika filmi izlemeyenler lütfen bu yazıyı okumasınlar…

Evet Puyol topu Valdes’ten aldı. Pique’ye verdi. Ronaldo baskı kurmak istiyor ancak Barcelona buna izin vermiyor. Xavi. Puyol. Tekrar Xavi. İleriye bakıyor, sağda Alves’i gördü. Alves geri dönüyor. Puyol aradan Xavi’ye. Iniesta. Xavi. Inıesta. Xavi. David Villa’ya mükemmel bir ara pası. Villa Iniesta’yı gördü. Iniesta tekrar Xavi’ye döndü. Baskı yapan Mesut. Bacak arasından topu yedi. Busquet. Xavi. Messi atak yaptı. Xavi’den xavivari bir pas ve Messi, Messi, Messi ve goooooooool!!!!

Bu bölümde maç anlattım ki gözünüz bu satırlara kaymasın. Tabutta geçen sahneleri düşününce aklıma “Kill Bill” ve Tarantino’nun hayran olduğu Brian De Palma’nın “Body Double/Sahte Vücutlar”ı geldi. “Kill Bill”de gelin tabutta diri diri gömülürken, orada geçirdiği süre boyunca seyirciyi özellikle de klostrofobisi olan seyirciyi epeyce bir terletmişti. “Body Double”daysa zaten aktörün klostrofobisi vardı ve yüzünde beliren boncuk boncuk terler klostrofobi etkisi yaratma konusunda faydalı işlev görmüştü. Peki baştan sona tabutta geçen bir film var mıydı? Varsa da ben bilmiyorum. Hatta baştan sona tek mekanda geçen bir film de bilmiyorum. “Open Water/Açık Deniz”, “Panic Room/Panik Odası”, “Rear Window/Arka Pencere”, “The Descent/Cehenneme Bir Adım” ve iki gün önce izlediğim “127 Hours/127 Saat” gibi büyük bölümü klostrofobik ortamda geçen filmler hatırlıyorum fakat dediğim gibi baştan sona hem de tabut gibi korkunç bir mekanda geçen bir film hatırlamıyorum. Çok riskli bir film projesi aslında “Buried/Toprak Altında”. Bir adam, çakmak ışığı altında doksan dakika boyunca seyirciyi sıkmadan dramatik bir yapı işletecekti. Bu film eleştirmenleri değil de seyirciyi ortadan ikiye bölecektir diye düşünüyorum. Eleştirmenlerin çoğu filmin özgünlüğünü takdir edecektir; ancak seyircinin bir bölümü bu ne la gibi tepkiler verecektir. Tek aktör tek mekan gibi alışılmışın oldukça dışında özellikleri olan “Buried” derinliği olmayan sinema seyircisini sıkabilir. Gerilimi bir dakika bile azaltmadığı için belki bazı ortalama sinema seyircisini tavlayabilir. Onun dışında özgünlük arayanlar filme kayıtsız kalmayacaktır. Ben öğrenciler üzerinde bu deneyimi uygulayacağım. Peki bu adam kim ve onu oraya kim gömdü? Kendisi kendi deyimiyle bir hiçkimse (nobody). Irak’a çalışmak için giden bir kamyon sürücüsü Amerikalı. Iraklılar konvoya saldırıyorlar ve bu kişiyi fidye almak için bir cep telefonu ve çeşitli alet edevatla gömüyorlar. Filmin Amerika’yı Irak’ta işgalci göstermesi ve Irak’lıların yaptığı vahşeti savaş psikolojisiyle birlikte sunması takdirimi kazandı. Filmin sınıf ayrımına dikkat çekmesi ve bazılarının nasıl şanslı doğduğuna dair doğru tezler geliştirmesi de ayrıca takdirimi kazandı. Hele ki şirket yöneticisinin adamı telefonla aradığı ve şerefsizliğin doruk noktası diye adalandırabileceğimiz sahnede filme kendi adıma helal olsun çektim. Finalse sürpriz son arayanlara oldukça tatminkar malzeme sunuyor. Bunlar filmin tezleriyle ilgili beğendiğim özellikler. Filmin teknik anlamda artılarıysa akıllara Hitchcock’u getirebilecek düzeyde. Gerçekten de tamamıyla tabutta geçen bir filmde gerilimi ve dramatik yapıdaki akıcılığı kısıtlı olanaklarla nasıl da başarılı bir şekilde yolunda tutuyor. Rodrigo Cortes yönetti “Buried”ı. Bakıyorum da Hollywood hemen transfer etmiş Cortes. DeNiro’lu, Sigourney Weavor’lı bir film çekiyor şu anda. Daha önce çok örneklerini gördüğümüz şekilde umarım vasatlaşmaz Amerika’da.

Bu yazı Buried, Mr. H, Robert DeNiro, Rodrigo Cortes, Sigourney Weaver, Toprak Altında kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

“Buried” (2010) için 8 cevap

  1. Spoiler uyarısından dolayı yazıyı okuyamadım ama en kısa zamanda uçan internetim kanatlanabilirse filmi indirip izleyip yorumlarım.

  2. marlonbarando der ki:

    O uyarıyı biraz da senin için yaptım. Çünkü muhabbetini yapmıştık. İzle bakalım, senin yorumunu (ve yazını) merak ediyorum. Bu yorumu yaparken tvde "Hababam Sınıfı Tatilde" gözüme çarptı. LED televizyonda 199 formatında ne kadar da tuhaf görünüyor.

  3. O seriyi temizleyip yeniden piyasaya sürülecekti. Ne oldu acaba?

  4. marlonbarando der ki:

    Vallahi bilmiyorum. Zaten o filmleri de artık pek kimseler izlemiyor. En güçlü kanallar diyebileceğimiz Show, Star, Atv, Kanal D gibi kanallarda yayınlamıyorlar zaten. Bir keresinde "İyi Aile Çocuğu"nun aynı anda iki farklı kanalda oynadığını görmüştüm. Geçenlerde "Selvi Boylum Al Yazmalım"ı öyle revize edip gösterime sokmuşlardı hatırlarsın. O filmleri böyle makyajlı izlersem ben yadırgarım herhalde diye düşünüyorum. Bilmiyorum.

  5. Çok, çok iyiymiş. 8 puan verdim. Yazdığın her şeyde hemfikirim. Kill Bill 2 izlemediğim için aklıma gelmedi ama ben de hemen Body Double'ın açılışını anımsayıverdim filmi izlerken. Bir de Poe'nun Kuyu ve Sarkaç hikayesinin cep telefonuyla başkalarına ulaşılabilen versiyonu gibi okudum filmi.

    Spoiler—————

    Parmak kesme olayı ve zor durumdan kurtulmak için parmağını feda etme işi bana Saw'ı hatırlattı. The Cube da bir başka anımsanan film benim için.

    Senin bir listen vardı en şerefsiz karakterler diye. Alan Davenport'u o listeye kesinlikle almalı. Ben o konuşma esnasında sinirden ne yapacağımı bilemedim.

    İlk cep telefonu görüşmelerindeki rutin mesaj bırakma, "sizi falancaya bağlıyorum", ad soyad, sigorta no almalar falan açık bir iletişimsizlik örneğiydi ki bu temayı kullanan filmler beni hemen tavlamıştır. Mark White olayını bağlama işi de enfesti. Her şeye rağmen Dan karakterinin bakış açısını ve tarzını beğendiğimi söylemeliyim. Filmde bana çıkıntı gibi durduğunu hissettiren tek sahne anneyi arama sahnesi oldu. Şahsen öyle bir durumda şarjın ölümcül bir gereksinim olduğu halde, zaten hafızasını yitirmiş anneyi aramazdım. Ama bu da subjektif bir konu olduğundan filme zarar vermiyor.

    Cabir'in terörist değil basit bir suçlu olduğuna dair vurgu da ince ama iyi düşünülmüş bir detaydı ki filmin ABD-Irak konusuna bakış açısıyla örtüşüyor.

    Spoiler—————

    Blog kapanınca yazmam gereken yazının büyük kısmını buraya yazıvermişim:))

  6. marlonbarando der ki:

    Filmi öğrenciler üzerinde denedim. Halk sanattan anlamaz derler ya gerçekten öyle. Adamlara çiçek, böcek, kelebek filmini dayayacaksın onlardan mutlusu yok. Aslında filmi beğendiklerinin farkında değiller. Bir buçuk saat boyunca mola vermeden pür dikkat filmi izliyorlar sonra da istemedikleri bir sonuç çıkınca "bu ne biçim film ya" falan diyorlar. Bir sanat eserindeki zeka pırıltısına bakmıyorlar da rahatsız edicilik katsayısına bakıyorlar. Bilgi sahibi olmadan yorum yapıyorlar. Hitchcock'un suspense etkisi desen yüzüne bakıyorlar sonra da bu film mantıksız; tek bu adam mı oynuyor diyorlar. "The Big Lebowski" mesela hiç ama hiç ilgilerini çekmedi ama "I am Legend"ı beş kere izleyebiliyorlar. 3-5 nitelikli izleyici var da çoğunluğu böyle. Anlayacağın beni deli ettiler. Evet Alan Davenport'u listeye alırdım, o yazıyı şimdi yazsaydım. İlyas Salman'ın "Beş Parasız Adam" filminde Sümer Tilmaç'ın canlandırdığı Mithat Ağa'yı da es geçmişim, yeni hatırladım…

  7. Şu filmi beğenmeyen yurdumun ortalama sinema seyircisinin çoğu filmin sonunun aksi yönde gelişmemesini sebep gösterecektir. Aynı şeyi, The Mist'in finali için çok duymuştum.

    Salman'ın bahsettiğin filmini izlemedim ama TGRT'nin zamanında Üşütük adıyla yayınladığı Zavallı filmindeki abisini de listeye almak lazım.

  8. Adsız der ki:

    Blogu kapatmışsınız hocam ama ilgimi çeken bir film olduğu için yazıyorum.
    Ne yalan söyleyeyim fazla film izlemedim, hatta siz izletmeseniz doğru düzgün izleyemem bile herhalde, ama şunu söyleyebilirim beraber izlediklerimiz içinde ise en iyisi buydu sanırım. Sizin de dediğiniz gibi, son derece klostrofobik bir ortamda çekilmiş olsa da bir an bile sıkıldığımı hissetmedim, aksine hep diken üstünde izledim ki bence iyi bir gerilimde olması gereken bir özelliklerden biri de kendini bu şekilde izlettirebilmesi.. (Filmin kendini nefessiz izlettiği düşünülürse gerilim demek yanlış olmaz sanırım?)
    Irak'taki savaşın işlenişindeki gerçeklik, konuların birbirine bağlanması ve en önemlisi de sonu açısından tatmin edici bir filmdi. Alan Davenport olayına ise söyleyecek bir şey bulamıyorum, tek kelimeyle şok ediciydi.
    Evet, sizin de dediğiniz gibi pek çok arkadaşımız beğenmedi. Ama benim gibi beğenenlerin sayısı da az değil.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.