En Çok Üzüldüğüm Maçlar

*6 KASIM 2002,  FENERBAHÇE 6 – GALATASARAY 0

En başa bunu almam sürpriz olmamalı diye düşünüyorum. 2011 öncesine kadar bir GS taraftarıydım. Sonra ise bir Messi taraftarı oldum. Dolayısıyla listeyi bu iki takımın hayal kırıklığına uğradıkları maçlar domine edecektir. Fanatiğin iki tık altı (Bi’ Tık kurtuluş savaşımdan vazgeçmiştim) bir Galatasaraylıydım eskiden. Eylül 2002’de Sinop’a öğretmen olarak atanmam hayatımdaki en önemli radikal değişikliklerden biriydi. Mutlu değildim. 3 Kasım günü Ak Parti tek başına iktidar olmuştu ve üç gün sonra da bu, hala bile etkisi geçmeyen maç oynandı. Gerze Özlem Meyhanesi’nde izledim maçı. Beşinci golden sonra yıkıldığım için çıkmıştım ve eve geldiğimde değil çünkü tv ve internet yoktu, bir gün sonra okulda öğrendim maçın 6 golle sonuçlandığını. Mahvolmuştum.  

*28 NİSAN 2010, BARCELONA 1 – INTER 0

Aslında Messi’yi tutmaya 2008 gibi falan başladım ama işte GS hayatımdan çıkınca sadece o tamamladı futbol izleyiciliğimi. Bu maçta da resmen kahrolmuştum. ŞL yarı final maçıydı. İlk maçta Barcelona 1-0 öne geçmişti. Sonra Inter, biri açıkça ofsayt olan iki gol bulmuştu. Bakın taraftarlık budur işte. Normalde futbolda haticeye değil neticeye bakılır ama taraftarsan ve yenilmişsen mutlaka haticeyi de gündeme getirirsin. Rövanş maçı inanılmaz oldu. Hayatımda öyle bir maç izlememiştim. O Barcelona zaten herkese karşı tek kale oynuyordu ama o maçta bırakın tek kaleyi, tek ceza sahası oynadı resmen. Üstelik maçın başında Busquets bir Interliyi oyundan attırdı. Meşhur bir fotoğrafı vardır onun. Yerde yatarken parmak arasından neler olduğuna bakar. Barcelona’ya iki gol lazımdı ve rakip 10 kişiydi. Takım otobüsünü kalenin önüne çekmek deyimi gerçek oluyordu. 84’te Barcelona golü buldu ama ikinciyi bulamadı. Mourinho sahanın ortasına doğru koştu ve ikonik görüntüyü verdi. Ben ise gerçekten mahvolmuştum yine.

*25 MAYIS 2003, BJK 1 – GS 0

6 Kasım faciasının yaşandığı senenin sonunda oldu bu maç. 6-0’lık maçtan sonra FB dibi buldu aslında. GS ise bir şekilde toparladı ve yarışın içinde kaldı. Hatta ikinci devre FB’yi de yendi ama kimse bunları hatırlamaz. GS, FB’yi 6-0 veya daha üstü bir skorla –ligde- yenmedikçe bu mağlubiyet unutulmaz! Her hafta sonu Özlem Meyhanesi’ne gider bira ve Arnavut ciğeri eşliğinde GS maçlarını izlerdim. yeni ve alışılmadık hayatımın en güzel etkinliği o anlardı. Eskiden öğrenci olduğum için parasızdım ve dolayısıyla GS maçlarını izleyemezdim ama artık param vardı ve izleyebiliyordum ama GS tam da 2011’e kadar sürecek olan müthiş bir eziklik dönemine giriyordu. Takım ikinciydi ama durumu çok kötüydü. Bu maçı da alamayacaktık ama işte taraftarlık budur, en ufak bir umudun bile peşinden gidersin. Sergen attı, şampiyonluk geldi!

*5 NİSAN 1989, STEAU BÜKREŞ 4 – GS 0

Bu maçı canlı seyretmedim ama sonucu sonucunda yıkıldım. Bu maç oynanırken okuldaydık. Rövanş maçında ise devlet dairelerinin tatil edilmesi gündeme gelmişti. Ama edilmemişti diye hatırlıyorum. O sene Galatasaray Türk futbol tarihinin en önemli işini yapıyordu. UEFA kupasını almak mı ŞL’de yarı final oynamak mı? UEFA kupası kazanılmış tek Avrupa kupası olduğu için o başarının daha büyük olduğu düşünülecektir ama bence o yarı final daha büyük bir iştir. Hele ki o yıllarda Türk futbolunun durumu düşünüldüğünde… Gs yarı finale giderken taraftarlığımın en güzel dönemini yaşıyordum. Bu mağlubiyet ise beni mahvetmişti. Önceki turlarda GS 3-0’dan 5-0 yaparak turu geçmişti ama 4-0’dan turu geçeceğimize kimse inanmıyordu. İş bitmişti. Hagi GS’ye gol atmıştı.

*22 NİSAN 2006, FENERBAHÇE 4 – GALATASARY 0

Bu maçın sonunda da dibi boylamıştım. FB’nin bize ve diğer tüm takımlara karşı müthiş bir psikolojik üstünlüğü vardı. Kadro olarak müthiş üstündüler. O sene de Sinop merkeze tayin olmuş ve hafta sonları öğretmenevinde, bira eşliğinde (!) GS maçları izlerdim. Çok keyifli anlardı benim için. O FB normalde 10 sene üst üste ve yürüye yürüye şampiyon olması gereken bir takımdı. Ama olamadılar. Oldurmadılar belki de. O GS 2002-03 GS’si acıklı bir takım değildi. Çok etkiliydi ama FB karşısında hiç şansı olmadığı apaçıktı. Fakat yine de son haftalara kadar geldik. Son dört haftaydı ve 3 puan öndeydik. İnanılmazdı! Öğretmenevi tarihi günlerinden birini yaşadı. FB ilk dakikadan itibaren üstünlüğünü hissettirdi. Olmayacağı baştan belliydi. Resmen parçaladılar bizi. FB’nin geri kalan üç maçta toplam 20 gol atarak şampiyon olacağına inanıyordum. O yüzden eve sürünerek gitmiştim. Hatta gitmeden önce limanda ispirto içmiştim. Sezon sonunda biz bala göte şampiyon olduk bu arada ama bu maç sonunda hissettiğim acıyı hala hatırlıyorum.

*24 NİSAN 2012, BARCELONA 2 – CHELSEA 2

Inter maçına benzeyen bir maçtı benim için. Messi’nin en iyi sezonun 2011 olduğu düşünülür ama 2012’de takımı bir şey kazanmamış olsa da Messi’nin 50 lig golü atmış olması benim için unutulmazdır. Yine bir ŞL yarı finali. İlk maçı Chelsea 1-0 almıştı. Chelsea’nin efsane kadrosu artık uzatmaları oynuyordu. Başlarında bir emanetçi “bebe” teknik adam vardı. Normalde Barcelona’nın parçalaması bekleniyordu. Busquets’in kariyerinde 15 gol falan vardır. Baktım, 18’miş. Onlardan birini attı Busquets. Sonra ikinciyi buldular. Terry de kırmızı kart gördü. Farkın gelmesi beklenirdi ama olmadı. Devre arasına girerken Chelsea bir gol buldu. İkinci yarı Barcelona’nın topu Inter maçındaki gibi ceza sahasına değil altıpasa yani kale sahasına hapsetmesi bekleniyordu. Öyle de oldu. 50. Dakikada Cüneyt Çakır penaltı verdi. Messi golü atacaktı ve maç 7’ye 8’e gidecekti. Ama Messi kaçırdı. Sonra altıpas içerisinde dönen top bir türlü kaleye girmedi. Kafayı yemek üzereydim. Son dakikada ileride unutulan EYT’li Fernando Torres bir gol buldu. O anda yine ispirto içmek ihtiyacı hissettim.

*21 NİSAN 2012, BARCELONA 1 – REAL MADRİD 2

Az önceki maddede anlattığım Chelsea maçından üç gün önce çok önemli bir maç daha oynanmıştı ve hani “kalp kırıcı” derler ya, işte öyle bir maçtı. Bu maçta Real Barcelona’yı yendi. Uzun zaman sonra ilk defa. Bu maçın önemi şuydu: Hayatımda futbol izleyiciliği anlamında bana en güzel anları yaşatan Guardiola Barcelonasının sonunun geldiğini ilan eden maçtı bu maç. Mourinho nihayet yapacağını yapmıştı. Pep’in takımını durdurması (ne şekilde olursa olsun) için transfer edilen adam bunu başarmıştı. Bu arada o Mourinho takımı da inanılmazdı. 120 gol attı, 100 puan aldı, rekorları kırdı. Ama her maç Barcelona karşısında acizdi. Her maç paramparça oldular. Yanılmıyorsam Pep ilk kez bu maçta üçlü defans denedi. Şimdilerde herkesin ara ara denediği üçlü defansı o yıllarda kimse denemezdi. İnternete bakıyorum ve Pique’nin yedek olduğunu görüyorum. Sakat mıydı, plan mı buydu bilmiyorum. Gerçi kadroda Adriano da görülüyor ama spikerin de üçlüye hayret ettiğini hatırlıyorum. Busquets gibi çok az gol atan Khedira bir gol atmıştı. Hatta o golde Puyol topu uzaklaştırmayarak Valdes’e bırakmak istemiş, Khedira da aradan golu atmıştı. Sonra Valdes “senin yapacağın işi sikim” anlamına gelen bir beden dili hareketi yapmıştı. Barcelona yine üstündü. İkinci yarı beraberliği buldu ama birkaç dakika sonra Özil’in asistine Ronaldo golü attı ve siüüüü’den önceki ikonik hareketini ilk kez orada yapmıştı. Yani “sakin olun, ben buradayım” hareketini. O Barça aman vermeyen bir takım olduğu için Ronaldo gibi iddialı bir figür “sakin olun, ben buradayım” hareketi yapıyordu. Artık izleyiciler olarak rüyanın bittiğini anlıyorduk. Gerçi sonra Neymar ve Suarez ile birlikte bir ikinci rüya daha yaşatacaktı Messi bize ama Pep’in gitmesi çok kötü olmuştu. Barcelona’da çalışmanın çok stresli olduğunu söyleyen Pep, buna dayanamadığını ve bir sene takım çalıştırmayacağını söylemişti. Messi’li takımla devam etseydi neler olurdu? Bence üç ŞL daha gelirdi.

*19 MAYIS 2019, ANADOLU EFES 83 – CSKA MOSKOVA 91

Listemde bir de basketbol maçı var. Henüz 4, 5 yıllık bir basketbol izleyicisi olsam da beni kahreden maçlar yok değil. Bu sürede tuttuğum takım Anadolu Efes tarih yazdığı için pek fazla maç yok aslında. Lig süresince pisi pisine verilen maçlar oldu ama sonunda hep şampiyon olduğu için takımım genelde mutluydum. Bu inanılmaz dönemin ilk sezonunda Eurolig finaline çıktı takımım. Heyecandan ölmek üzereydim çünkü her zaman derim, basketbol seyir zevki ve adrenalin yaşatma konusunda futbola tur bindirir. Fakat bir takımı tutmanız koşuluyla… futbol çok daha tarihsel olduğu için taraftarlık duygusunu çok daha iyi besliyor ama oyun olarak, bir spor dalı olarak bence basketbol daha iyi. Takımım finale geldi. Bana Naumoski’de bıraktığım basketbolu tekrar sevdiren adam olan Shane Larkin sayesinde. İnanılmaz oynuyordu. Onu izlemek müthiş bir zevkti. Yarı finalde FB’yi maymun etmişti. Bu maçın belgeselini izledim. CSKA’lılar Larkin’i durdurmanın imkansız olduğunu, ona odaklanmayacaklarını, yanına ikinci üçüncü oyuncunun gelmesini engellemeye çalışacaklarını belirtiyorlardı. Öyle de yaptılar. Larkin yine 30+ sayı attı. Dozer Dunston sakatlanmıştı ve yerine bir uzun koyamadılar. Daha sonraki yılların starları Micic, Pleiss, Beaubois, Şanlı falan çok etkisizdi. Bunlardan biri sonraki yılların performansını ortaya koysalardı şampiyon olurduk. Daha sonra Larkin’i geçecek olan Micic 10 sayı atmıştı örneğin. Sayı kralı, sezon MVP’si falan oldu Micic sonra. Bu maçta gerçekten yıkılmıştım çünkü uzun yıllardır aklımda olan hobiyi nihayet hayatıma sokmuştum ama ilk senede hayal kırıklığına uğramıştım. Off of!

*13 TEMMUZ 2014, ARJANTİN 0 – ALMANYA 1

2022 Dünya Kupası finali hayatımda en çok heyecanlandığım ikinci maç oldu. Olmayabilirdi çünkü Messi 2014’te Dünya Kupası’nı alıp üzerindeki DK stresini atabilirdi. Messi bu maçı alsaydı, Pep Barcelona’dan ayrılmasaydı ve ayrıca halamız da amcamız olsaydı her şey çok daha güzel olurdu benim için… İkincilik madalyasını almaya giderken kupaya bakışı ikoniktir. 1970 yılından beri bütün GOAT’ların elini değdirdiği (aynı) kupa Messi’nin eline sekiz sene sonra gelecekti. Geldi mi geldi…

Yazım yanlışlarına bakamayacağım…    

Bu yazı Uncategorized kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.