Futbolun eşitsiz gelişim yasası

İnsanların zihinlerinde yaşama ve topluma dair bazı çelişkiler oluşur. soL gazetesinde biz şunu yazarız: Marksizm ve Leninizm, bu çelişkileri çözmek için ihtiyaç duyulan şeylerin başında gelir. Marksizm’in flu bıraktığı bazı başlıkları Leninizm somutlaştırmıştır. Eşitsiz gelişim yasası da bunlardan biridir. Futbol sahasında da eşitsiz gelişim yasası mevcuttur.
Burada kastedilen Avrupa ülkelerinin dünyanın diğer bölgelerine olan mutlak üstünlüğü değildir. O zaten bilinen bir şey. Bir takım olarak sahaya çıkan on bir kişi hiçbir zaman birbirlerine denk olmamışlardır. Oyuncuların tek tek işlevini hesaba katarsak, iyi bir takım olmanın şartı her bölgede iyi oyunculara sahip olmaktır. Fakat göz önünde olma, popüler olma ve daha somut bir veri olarak para kazanma söz konusu olduğunda sahada inanılmaz eşitsizliklerin olduğunu görürüz. Aksi de beklenemezdi zaten.
Futbolda para kazanma, popüler olma, kitleler üzerinde etkili olma gibi başlıklarda geriden ileriye doğru artan bir oran vardır.
Geçtiğimiz hafta, Goal.com İnternet sitesi, dünyanın en fazla “sermaye birikimi” yapmış futbolcularını açıkladı. Bu oyuncuların hepsi çok iyi oyunculardır ama 50 kişilik bu liste, bahsettiğimiz eşitsizliği çok net yansıtmaktadır. Listenin tepesinde bir orta saha oyuncusu olan David Beckham vardır. Beckham, çok iyi bir oyuncu olmasının üstüne tipini falan da eklemiş ve bir “proje” haline gelmiştir. Beckham’ın sadece futbolcu olarak kazandıkları, sermayesinin çoğunu oluşturmamaktadır. Listenin başında meta haline gelmiş bir orta sahanın yer alması tablonun bütününü etkilememektedir. 50 kişilik listenin sadece üçü kalecidir. Defanstakiler de meclise yalnızca beş kişi göndererek perişanları oynamaktadırlar. Orta sahalar tezimizle orantılı bir şekilde 17 kişiyi listeye sokmayı başarmışlardır. Ve forvetler listenin yarısını oluşturarak balkon konuşması yapabilecek durumdadırlar.
Bireysel ödüllere baktığımızda da benzer bir tablo vardır. “France Football” dergisinin verdiği Ballon d’Or ödülü ve FIFA Yılın Futbolcusu ödülü en prestijli ödüllerdir. Zaten bu ikisi 2010 yılında birleştirilmiştir. 1991’de verilmeye başlanan FIFA Yılın Futbolcusu ödülüne baktığımızda sadece iki defans oyuncusunun bu ödülü kazandığını görürüz. Bunlar Alman Lothar Matthaus ve İtalyan Fabio Cannavaro’dur. Altı orta sahaya karşın 12 forvet oyuncusunun bu ödülü alması yine bize forvetlerin göz önünde olduğunu gösteriyor. Ballon d’Or’u da aynı tarihte başlatırsak yine forvetlerin %70’lik bir oranla  “malı götürdüklerini” görürüz.
Genel sermaye birikiminin yanı sıra anlık maaşlara bakıldığında, forvetlerin 10 kişilik listenin sekizini oluşturduğunu görürüz. Ödenen bonservislerde de sonuç farklı değildir. Altı forvet, üç orta saha, bir kaleci (Buffon).
Durum böyle.
Elbette ki futbolun meyvesi, zirve anı goldür. Zaten gol, İngilizcede “amaç” anlamına gelir. Oyunun amacı gol atmak ama bu kadar da olmaz. Her türlü rantın ileriye yığılması futbolda sistemin kirliliğinin yansıması olarak yorumlanabilir. Bu kirlilik futbolda tek başına düzelmez. Futbolun gerçek anlamda bir takım oyunu olması için önce yaşamın özgürleşmesi gerekir. Rehberlerimiz de giriş paragrafında belirtilmiştir. Böylelikle soL spor sayfalarında Marx ve Lenin’in adlarını da anmış olduk. 
Bu yazı endüstriyel futbol, Futbol, Karl Marx, Lenin, Leninizm, Marksizm, sol gazetesi kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.