Kuzey Kore’yle İlgili Düşüncelerim

Hayatımda hiç gerçek, yakıcı bir politik süreç yaşamadım. Nedir kastedilen? Yani çok kısa sürede çok önemli politik adımlar atmak zorunda kalmak ve bu adımların sonucunda ölüp, ölmemek veya binlerce, on binlerce insanın ölüp ölmemesi…Bu duyguyu bilmiyorum. Kuzey Kore ile ilgili konuşmadan önce bunları bilip bilmemenin, bunları yaşayıp yaşamamış olmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Veya diğer yakıcı politik süreçler yaşayan aktörlerle ilgili konuşurken…Kuzey Kore’nin eleştirilecek şeylerini önce bir kenara koyup, ABD imparatorluğu ve Batı dünyası tarafından kuşatıldığını, müthiş bir algı operasyonuna tabi tutulduğunu belirtmek gerektiğini düşünüyorum. CNN’de Kuzey Kore’yle ilgili 6500 tane haber vardır. BBC’de toplam haber sayısı yazmıyor ama her gün ortalama iki haber girildiğini anlıyoruz. Kuzey Kore ise oldukça iddiasız resmi internet sitesi haricinde dışarıya bir fotoğraf karesi bile sunmuyor. Sosyalizmle yönetildiğini iddia ediyor. Ülkesinde özel mülkiyet olmadığını iddia ediyor. Yani Kuzey Kore’yle ilgili tek bilgi kaynağımız Batı medyası. Bütün o absürt haberler Batı medyası kaynaklı. Onların ne olduğunu biliyoruz. Kuzey Kore’nin ne olduğunu bilmiyoruz. Ha unuttum, eleştirecektik…Ata sporumuz olan eleştiriyi yapacağız ama ABD’ye kafa tutan bir ülke olmanın ne gibi ihtiyaçları, ne gibi maliyetleri olduğunu bilmiyoruz. Belki böyle bir ülke olmak babadan oğula geçen bir sosyalizm gerektiriyordur. Tarihte bütün ülkeler, imparatorluklar, devletler bir “erkek” tarafından yönetilmiştir. Bazılarında bu pozisyon babadan oğula geçmemiştir ama hiçbirinde bu iş şansa, tesadüflere hele hele halkın isteğine bırakılmamıştır. Bırakılmamalıdır da zaten çünkü halk bir şey bilmez. Bir de İsviçre saati gibi bir sosyalizm olsaydı bile Batı medyası aynısını yapmaya devam edecekti. Bu arada bana göre hala dünyadaki en zor şey omleti katlarken ortalığı mahvetmemektir.

Bu arada emperyalistlerle, duruma göre oturup, müzakere edilebileceğini düşünüyorum. Sakın bu yazıdan, “ikirciksiz” bir anti-emperyalizm turnusol kağıdına girmek niyetinde olduğum anlaşılmasın.

siyaset kategorisine gönderildi | , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Moğolların Meryem Kilisesi

29975167322_1e9fa60b55_b

Fener’de, Rum Erkek Lisesi’nin (o kırmızı, görkemli bina) hemen yanında çok ilginç bir yapı vardır. Moğolların Meryem Kilisesi…Bizans döneminde inşa edilmiş ve halen aktif olan tek kilise budur. Duvarlarında padişah II Mehmet ve II. Beyazıd’ın “kilisenin kilise olarak kalmasına izin veren” fermanlarının asılları hala asılıdır. 13. yüzyılda inşa edilmiştir. İddiasız, standart bir binadır. Hikayesi ilginçtir. Bir Bizans generalinin (gm) kızı olan Maria, Cengiz Han’ın (şerefsiz çocuğu, tarihte çok az kişiye şerefsiz çocuğu derim) torunu olan İlhanlı hükümdarı Hülagü’yla evlendirilmek üzere Orta Asya’ya gönderilir. Kız yoldayken Hülagü ölür, o da oğluyla evlenmek zorunda kalır. 20 yıl falan orada yaşar, sonra o adamı da kendi kardeşi öldürünce kız buraya geri döner. Ölene kadar bu kilisede yaşar. Oradan ismi geliyor. Padişahın bu kiliseye izin vermesi ise uzun hikaye. Çok ilginç bina. Pazar günleri içine girebilirsiniz. Yolunuz düşerse bi’ bakın…

Not 1: Eskiden bu kilisede yer alan, şu anda Patrikhane’ye götürülmüş olan bir çekik gözlü kadın heykeli vardır. Orta Asya’ya gidince kadının gözlerinin çekildiğini düşünerek böyle bir heykel yapmışlar. Elbette öyle düşünmemişler de sembolizm yapmışlar.

Not 2: İçinde halı ve avize vardır.

mimari, Uncategorized kategorisine gönderildi | , ile etiketlendi | Yorum yapın

Dünya Dilleri Atlası

 

9789756690840_Default.jpg

Dillerle de ilgilenirim, atlaslarla da…Evimde bir atlas vardır. Ara ara açar karıştırırım. Sık sık lazım da olur zaten. Telefonun küçük ekranından harita bakmayı sevmiyorum. Bu arada okullarda artık atlas aldırılmadığını duydum bir coğrafya öğretmeninden. Doğruysa çok kötü. Atlas karıştırmak kişiyi geliştiren bir şeydir. Neyse, dil atlası da varmış. NTV Yayınları basmış ama basımı durdurmuş. Dil ve atlas ilgimi bilen Mehmet Turgut bana bu kitabın pdf’ini attı. Yazıcıdan çıktısını alıp okudum. Bu arada artık kız isteyebilirim çünkü artık yazıcılı bir bireyim. Önceden aileler yazıcım olmadığını öğrenince kızlarını vermiyorlardı. Adı üstünde dil atlası. Dillerin tarihsel gelişim süreçlerini ve günümüzdeki durumlarını harita üzerinde, bazen de diyagramlarla gösteriyor. Çok faydalı bir kitap. Bir seferde de okunabilir. Ara ara açıp karıştırılabilir de. Dillerin gelişimi ve birbiriyle ilişkileri oldukça politiktir. Egemenlik ilişkilerini dillerden okuyabilirsiniz. Bu arada 21. yüzyılda bir teknoloji ve iletişim (karşı) devrimi yaşandı ve dillerin durumu hiç iyi değil. Atlasın yazıldığı 2007 yılında 160 devlet vardı, 106 da resmi dil vardı. Bu sayı çok değişmemiştir. Devletsiz halkların dilleri ciddi bir yok oluşla karşı karşıyadırlar. Şu anda var olan 6000 dilin 4000 tanesinin 21. yüzyılda yok olacağı düşünülüyor. 21. yüzyılı izlemeye devam edelim o halde…

Not 1: Kitabın ikinci elini az önce nadirkitap.com‘dan buldum ve sipariş ettim.

Not 2: Avrupa’da Türkçe’nin en önemli elemanı olduğu Ural-Altay dil ailesinden üç dil var: Fince, Estonca, Macarca.

Not 3: Bask dili hiçbir dil ailesine dahil değil. Yani bu ne demek? Avcı-toplayıcıdan geliyorlar, her türlü kültürel egemenliğe karşı direnmişler. Mucize bir şey bu.

Not 4: İngilizce’nin tarih sahnesine çıkması ABD’nin Paris Barış Konferansı’nda İngilizce talebiyle oldu. Bir daha da inmedi o sahneden. İnmez de artık.

Not 5: Dünyadaki 6000 dilin 1000 tanesi Papua Yine Gine’den. Yedi milyon nüfus.

Not 6: 50 milyon kişinin konuştuğu Kürtçe en büyük devletsiz dil.

Not 7: Bir de yapay diller var. Esparanta örneğin. Sekiz milyon kişi bu dili biliyor, 400 bin kişi onu etkin bir şekilde kullanıyor.

Not 8: Arapça, büyük bir başarı öyküsü…25 devletin resmi dili. Maltanın yerel dili Hami-Sami dil ailesinden.

Not 9: Berlusconi’nin 2002 seçim vaadi: Nitelikli İngilizce öğrenimi.

Not 10: Çin: Ful karmaşa…

Not 11: Fransızca: Bir zamanlar dillerin Bayern Münih’iydi.

Not 12: Fransızlar, İtalyanlar, İspanyollar, Portekizliler anlaşırlar. Latinceden arda kalanlar bunlar. Yedi dil biliyormuş, dokuz dil biliyormuş gibi cümlelere temkinli yaklaşınız. Anadili bunlardan biriyse diğerlerini “bilmesi” buz gibi Tuborg şişesinin üstünden etiketi sökmesi kadar kolaydır. İngilizce’nin %40’ı da Latince kökenlidir. 1066 Norman istilası…

Not 13: Sömürgeci devletlerin başka kıtalarda dilleri konuşulur: Beş tanedir bunlar. Fransızca, İngilizce, Portekizce…Diğer ikisini bulunuz…

Not 14: Marx, bir dili altı ayda hallediyordu.

Not 15: 30 yaşından sonra dil öğrenilemeyeceğini savunuyorum. Ya da şöyle, bir insan mecbur değilse ve de iş yaşamına atılmışsa (devlette öğretmenlik sayılmaz) dil öğrenmesi çok çok zordur.

Alakasız Not: Messi’nin yedi maçlık gol ortalaması 1,57. 50 lig golü rekorunu kırabilir ki 45 lig golünü bile bir daha görmeyeceğimizi düşünüyorum.

siyaset, Uncategorized kategorisine gönderildi | ile etiketlendi | Yorum yapın

Başbakan Olsaydım

davutoglu-futbol-listelist

*İşin özünü yasaklar, hayatın her alanında ayrıntıları egemen kılardım,

*Kötü çay satan işletmeler için idam cezası getirirdim,

*Falan kelimesini yasaklardım,

*Akaryakıta %1000 zam yapardım. Toplu taşımayı 10 kuruş yapar ve sefer sayılarını 25 kat arttırırdım,

*Herkese bir şehirde en fazla beş sene yaşama olanağı verirdim,

*Herkese üç ay tatil verirdim,

*İstanbul’a en fazla beş milyon kişi alırdım,

*Ankara’yı kapatırdım veya 1910’lar seviyesine çekerdim,

*Herkesi her gün soğan veya sarımsak yemeyi mecbur kılardım,

*Konuşmalara “Evet” diye başlayanları KHK’yla görevden atardım,

*Attention whore’larını (yani ilgi orospularını, kadın erkek diye ayırmıyorum) idam ederdim,

*Misket yöresi türkülerini zorunlu ders yapardım,

*Üniversite sınavında Hitchcock sorardım,

*Koyun etini ilkokullarda Salı ve Perşembe günü zorunlu kılardım,

*Herkese her gün 15 bin adım atmayı zorunlu kılardım,

*Türk futbolunu kapatırdım,

*Birayı liselerde zorunlu ders kılardım,

*Tütün üretimini yasaklardım,

*Yardımcılarım Richard Linklater, Lionel Messi, Vedat Milor, Gorki Hayırsever, Pembe Panter ve Woody Allen olurdu,

*Mutlaka bir aptallık müzesi kurardım,

*Mehmet Turgut için Ali Nesin’i Sibirya’ya sürgüne gönderirdim,

*Üniversitelerde Aptallık Tarihi adlı bölüm kurardım,

*”Pulp Fiction” üzerine bitirme tezi yazmayan üniversiteden mezun olamazdı,

*Bilim insanlarını seferber eder ve hafıza sildirme olayını en kısa zamanda icat ettirirdim ve FEK’e FB ile ilgili bildiği her şeyi unuttururdum,

*İngilizce öğrenmeyi bir insanlık görevi ilan ederdim,

*Taksim Meydanı’na bir patates heykeli dikerdim,

*Evlerin kapılarını, rolon kullanmadan açılmamasını sağlayan bir sistemle donatırdım,

Devam edebilir…

Bütün işsizleri, buraya, başbakan olsalardı ne yapacaklarını yazmaya davet ediyorum.

nitelikli goygoy, Uncategorized kategorisine gönderildi | Yorum yapın

Türk Futbolu İle İlgili Düşüncelerim, Bir de Fenerbahçe İle İlgili Olanları

Sabri_Sarioglu_Between_Joseph_Yobo_Issiar_Dia_Galatasaray_Fenerbahce_Turkey_Wallpaper_citiesandteams.blogspot.com

Türk futbolunun gelmişini, geçmişini, şimdiki halini, sülalesini, 49 ceddini, ekmeğini, suyunu, kitabını, mezardaki dedesini artık hiç beğenmiyorum…

Bu yazıya yorum yapmayınız!

Öyle işte kardeşim…”Düşüncelerim” diye başlık var. Okur, geçersin veya okumadan geçersin…

Neden yorum yapılmamasını istiyorum çünkü alengirli konularda insanlar doğru dürüst yorum yapmayı beceremiyorlar ve sinirlerim bozuluyor. Dediğim gibi, bu konudaki düşüncelerim için ölüp, bitiyorsanız okursunuz; bitmiyorsanız okumazsınız…

Uzun zamandır Türk futbolu seyirciliğini bıraktım. Sadece derbileri izliyorum. Bazen iyi futbol oluyor onlarda. Bir de sosyolojik gözlem yapıyorum derbileri izlerken.

Galatasaray taraftarlığını da bıraktım ki hayatımdaki en önemli şeylerden biriydi. GS başarılarından hiçbir zevk duymuyorum. Şansa bak! 2011’de Türk futbolundan istifa ettim ve ondan sonra üç mü dört mü ne şampiyonluk kazandılar. ŞL’de çeyrek final oynadılar.

Avrupa futbolunun çok iyi bir takipçisiyim yalnız. Görüyorsunuz bunu…Orada savunacak çok şey olmadığına değineceğim.

Şimdi bir ülkenin insan kalitesi ne ise futbolun (veya herhangi bir şeyin), o insan kalitesini aşarak çok iyi performans göstermesini bekleyemeyiz herhalde. İnsanlar nasılsa futbol da öyle. Ben bu ülkenin insan kalitesini hiç beğenmiyorum.

Futbol söz konusu olduğunda “erkek” ve “para” olgularına bakmak gerekecek. Futbol, erkeklerindir. Tıpkı, İslam dininin İslamcıların, Atatürk’ün Atatürkçülerin, sosyalizmin sosyalistlerin, edebiyatın edebiyatçıların oldukları gibi. Futbol, erkeklerindir. O yüzden çok az da olsa gerçek anlamda futbol takipçisi olan kadınları anlamakta hep zorlanırım ben. Futbol, erkeklerindir. Ben dahil olmak üzere bütün erkeklerin allah belasını versin! Evet, aynen böyle düşünüyorum…Biz şererfsizlerin oyuncağı olan futbol bizim bütün kirimizi bünyesinde barındırıyor. Türkiye söz konusu olduğunda, bu kir Avrupa’dan iki kat daha fazla bana göre. Net!

Paranın da allah belasını versin! O kadar büyük bir sektör ki ve o kadar büyük bir ideolojik işlevi var ki kipkirli olmaması imkansızdır. Böyle büyük bir pastanın olduğu yerde masum ve samimi duygulara yer yoktur. O, bazı romantik taraftarların gönlündedir ancak.

Türk futbolunun üç sac ayağı vardır. Metin Çulhaoğlu yazılarında sık gördüğüm “üç sac ayağı” deyimini nihayet kullanabildim  Nedir bu sac ayakları? Gaz, kaos, çirkeflik…Sadece futbol seyircisi olmak da yetmiyor. Üç büyüklerden hangisi, şu saydığım üç unsuru daha iyi idare ederse o, şampiyon oluyor. Takımlarda sembol futbolcu yok ki artık bundan sonra bence çok zor yetişir. Büyük takımlar savaş baronlarının, mafya serserilerinin, kendisini göstermek isteyen burjuvaların at çiftliği.

Bir de TR’deki insanlar futbolu, bir oyun olarak, bir spor dalı olarak izlemek yerine; çoklukla başkalarına laf sokmanın, başkalarıyla didişmenin aracı olsun diye izliyorlar.

Gelelim Fenerbahçe’ye. Geçen hafta sonu oynanan maçta şu oldu, bu oldu gibi bir derdim yok. Genel bir durumdan bahsetmek istiyorum. Diğer takımlara düzgündürler demek istemiyorum asla ama Fenerbahçe, arsızlığı ve şımarıklığı temel özelliklerinden yapmış. Uzun yıllardır böyle. Bunun başlıca sorumlusu da Aziz Yıldırım’dır. Çünkü kalabalık insan topluluklarını bir araya getiren oluşumlar liderlerinin özelliklerini yansıtırlar çoklukla. Siyasi partiler böyledir. Takımlar, okullardaki sınıflar, dernekler de böyledirler. Aziz Yıldırım’ın 20 yıllık iktidarı Fenerbahçe’ye bu onarılamaz kötülüğü yaptı. Kendi taraftarları dışında herkesin nefret ettiği bir kulüp. Nerede arıza, şerefsiz, yavşak karakterleri futbolcu varsa Fenerbahçe’nin en önemli oyuncusu oluyor. Diğer takımlarda yok mu bunlardan? Var ama bu tip futbolcular, bu takımda hep çok önemli, sembolvari mevkiler işgal ediyorlar. Taraftarlar onları bağırlarına basıyor. Açıklamalar, demeçler, kızdırmalar hep gırla. Megalomani…Hah, tamam aradığım kelimeyi buldum. Fenerbahçe eğer bir camiaysa bu camianın çok büyük bir bölümüne sirayet etmiş bir megalomani duygusu var. Bundan eminim. Tekrar ederek bitiyorum, diğer takımlar gül bahçesidir demek istemiyorum ama Fenerbahçe’de bazı olumsuz özellikler diğerlerinden daha belirgin.

Bu yazıyı hiç durmadan yazdım. Yazım yanlışlarına bakamayacağım. Cu

Futbol, Uncategorized kategorisine gönderildi | ile etiketlendi | Yorum yapın

Hayatımda İzlediğim En Manyak, En Rahatsız Edici Film

12038053_693879744080930_8205669767271138921_n

Merhaba arkadaşlar, nasılsınız?

Bu filmi tavsiye etmiyorum!

Çünkü bu filmi Türkiye’de izleyebilecek 60 bin kişi olduğunu düşünüyorum. Muhtemelen onlardan biri değilsiniz. Onlardan biri olmadığınızı düşünüyorsanız uzak durun ama yazıyı okuyabilirsiniz tabi.

Uzun zamandır peşinde olduğum filmlerden biriydi “Audition/Ölüm Provası” (1999).

Uzun zaman önce “Asya Korku Sineması” diye bir kitap okumuştum. O kitapta en çok izleme isteği uyandıran filmlerin başında geliyordu “Ölüm Provası”. Bu kötü şöhretli filmi hiçbir İnternet platformunda bulamamıştım. Amazon’dan DVD’sini sipariş etmek de istemedim açıkçası.

Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi’nde de yoktu. Açıkça vazgeçmiştim. Geçen hafta “en manyaklar” şeklinde bir listede yine görünce filmi indirmek için şansımı denemek istedim.

İndirebildim.

Yarım saat sonra inmişti işte…

Bilgisayarda dosya olarak bekliyordu. Dün 22’de başlattım filmi. Normalde 22’den sonra film izleyemem ama iddialı korkuları 22’den sonra izlemeyi tercih ederim.

Bugüne kadar manyak filmler izlediğim doğrudur. Bu filmlerin bazıları bende biran önce yatağa gidip uyuma ve dolaysıyla yeni, güneşli bir güne başlama isteği ortaya çıkarmıştır.

Genelde Japon korku filmleridir bunu yapan. “The Grudge/Garez” leri izledikten sonra yatağa kendimi zor atmışımdır. Bunlardan bahsedeceğiz. Daha doğrusu önceden bahsetmiştik ve 16 kişiye ulaşmıştık. Facebook ile şansımızı bir daha deneyeceğiz.

İstismar sineması diye bir şey vardır. Porno gibi bir şeydir. İnsanın en temel dürtülerinden olan ölüm, şiddet, cinsellik gibi dürtüleri sömürerek iş yapmaya çalışan bir türdür. Bu dürtüleri harekete geçiren ama istismar sineması diye kestirip atamayacağımız deha ürünü filmler de vardır.

“Ölüm Provası” nı onlardan biri olarak kabul ederbiliriz. Tıpkı bir dolu Japon korku filmi gibi. Bu filmin yönetmeni Takashi Miike’nin yine Takashi Shimizu’nun, Hideo Nakata’nın bir dolu filmi gibi.

Takashi Miike ilginç bir beyin. Filmlerini izlediğinizde inanılmaz bir emek, bir beyin jimnastiği görürsünüz. Her bir diyalog, her bir sahne üzerinde epeyce çalışıldığı belli bir şekilde dayanılmaz korku atmosferine hizmet eder. İyi bir Takashi Miike filmi başladığında her şey durur. Bu filmin Rottendam’daki gösterimi sırasında bi seyirci kendisine “sen bir şeytansın” dediğinde haklıdır. Normal biri, elinden tutup arkadaşlarınızla tanıştırabileceğiniz biri değildir Miike.

“Ölüm Provası” orta yaşlı bir dulun yeniden evlenme planları yapmasıyla başlıyor. Bunun için bir arkadaşının fikri ilginçtir: Bir film çekmeyi düşünüyormuş gibi yapıp başvuranlara deneme çekimleri yapmak ve ona en uygun kişiyi bulmak. Şen dul Aoyama’nın kendisine uygun bulduğu kişi yani Asami Yamazaki…Nasıl desem? Filmlerde gördüğüm en tuhaf karakter. Sadece dayanılması zor işkence sahnelerinden bahsetmiyorum. O, her konuştuğunda her ekranda göründüğünde sanki dünya formatlanıyor.

Yamazaki ve hayal gücü sınırlarını zorlayan manevi dünyası bu filmi benzersiz kılıyor.

Filmdeki felesefeye gelirsek, bu filmin bazı feministlerin ilgisini çekmiş olmasından bahsediyoruz. Japon sözlü geleneğinden gelen “kötücül” kadın prototipi bu filmde de var ancak bazı radikal feministlerin içindeki yağları eritmiş öğrendiğimiz kadarıyla.

Erkekleri veya erkeklik olgusunu büyük bir kötülük kaynağı olarak gören feministler (tamamen haksız olduklarını düşünmüyorum, kendimden biliyorum), Yamazaki’nin intikam alış şekillerinden hoşlanmışlar.

Dalga geçmeden önce durun ve bu filmdekini aratmayacak şiddet yöntemlerinin erkekler tarafından kadınlara gerçek hayatta uygulandıklarını bi’ hatırlayın.

Ve iki dakka bi’ susun! Susalım.

Allah belamızı versin!

Biliyorum bu yazıdaki çakallığı sezdiniz. Filmi o kadar merak uyandıracak şekilde tanıttım ki “izlemeyin” demek pek gerçekçi değil. Ben yine de ciddiyete dönüyorum ve filmin herkesin altından kalkamayacağı bir atmosferi olduğunu tekrar belirtmek istiyorum.

İzlediğim en manyak filmler:

1- “Audition/Ölüm Provası”
2- “Cannibal Holocaust”
3- “A Serbian Film/Bir Sırp Filmi”
4- “Pink Flamingos”
5- “The Grudge-Garez” serisi
6- “The Shining/Cinnet”
7- “Ringu/Halka”
8- “Irriversible/Dönüş Yok”
9- “Mullholand Dr./Mulholland Çıkmazı”
10- “Psycho/Sapık”

Not: Yazım yanlışlarını kontrol edemeyeceğim.

İyi günler. Cu.

Sinema, Uncategorized kategorisine gönderildi | , , , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Allah Belanızı Versin 4

*Bir minibüs yapmışlar; sadece dokuz kişi oturabiliyor, abartısız 25 kişi de ayakta minibüse sığabiliyor…Bu kadar para hırsı ile nereye kadar? Onların cevabı: Gittiği yere kadar…O zaman Allah belanızı versin!

*Efes’in “Brewmaster’s Series” adlı özel üretim biraları var. Bayağı kişilikli, çığlık atan, hikayesi olan, ayrıksı biralar. Akıllara Cemali’nin “Duymak İstiyorum” parçasını getiriyorlar falan….Ee, madem becerebiliyorsunuz neden 50 yıldır bu halka saçma sapan şeyler içiriyorsunuz? Sizin de Allah belanızı versin!

nitelikli goygoy, Uncategorized kategorisine gönderildi | ile etiketlendi | Yorum yapın

Divanyolu’ndan Aksaray’a Gezi Notları

İstanbul gezi grubu projemle birlikte gerçekleştirdiğimiz Divanyolu Aksaray Yürüyüşü notları için tıklayınız.

mimari, Seyahat, siyaset, Tarih, Uncategorized kategorisine gönderildi | , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Top 27 Etnik Müzik

21246500_1095258140609753_1260047248866241610_o

Aylar önce “Top 19 Türkü” diye bir yazı yazmıştım ve orada, ilerleyen günlerde “Top 20 Etnik Müzik” adlı yazıyı yazacağımı duyurmuştum. Geç kaldım da siz de hiç “Hani nerede” diye hesap sormuyorsunuz. Merak edenler için Top 1 türküm “Ben Kendimi Gülün Dibinde Buldum”du. “Top 27 Etnik Müzik” yazısını şimdi yazıyorum, güç olsun da geç olmasın…

Etnik müzik…

Ne demek etnik müzik? Aslında herkes ne kastedildiğini anlıyor. Bazı şeyler böyledir. Yanlış bağlamda kullanılırlar ama herkes ne kastedildiğini anlar. Çok önceden “Politik Oksimoronlar” adıyla yazılar yazmıştım. Oksimoron yani iki zıt olguyu yan yana kullanmak: Köşeli daire, tereyağsız tatlı, orijinal kopya, modern klasik gibi…Bunun politik olanlarına da değinmiştim o yazılarda: Derin devlet, kafatasçı milliyetçilik, özgürlükçü sol, Müslüman anti-kapitalist, siyasal İslam, yandaş medya, orta sınıf ve de etnik müzik…

Bu kavramlar kullanıldığı zaman herkes ne kastedildiğini anlıyor ama benim önerim, ince düşünülürse bu kavramlarda birtakım yanlışlıklar kavranacaktır.

Etnik müzikte ne yanlışlık var? Etnik müzik derken Türkiye’de Türkçe dışında icra edilen müzikler anlaşılıyor. Yani Anadolu’nun yerel halklarının kullandığı daha doğrusu onların ana dilleri olan Kürtçe, Zazaca, Arapça, Rumca, Ermenice, Hemşince, Gürcüce gibi dillerde icra edilen müzikler…

Yani bu insanlar için dilleri, ana dilleri. Gayet normal, estetik. Duyduklarında tüyleri diken diken olmuyor fakat birileri geliyor ve sizin müzikleriniz “etnik” diyor. Türkçe konuşan biri, Türkçe müziklerin “etnik” olmadığını düşünüyor. Hep bahsederim, bir ülkede kalabalık etnik gruplar varsa, baskın etnik gruba ait olan bireyde doğuştan gelen veya ona sistem tarafından yüklenen bir “kibir” olur. Diğerlerini beğenmez…Kişinin bu “kibri” aşması için ekstra çaba sarf etmesi gerekir.

Buradaki bir başka sorun da Türkiye’de kocaman ve oldukça politik bir Kürt sorunu olmasıdır. Kürtler sayı olarak çok kalabalıktır. Çok az sayıda olan örneğin Gürcüce müzikler ve Gürcü bireylerin soru işaretleri politikleşmemiştir. Lütfen 20, 30 kişilik derneklerin üyeleri “öyle değil” diye yorum yapmasın. Gürcüce müzik, ana akım bireyin tüylerini diken diken etmez de Kürtçe müzik eder.

Listemde Kürtçe müziklerin ağırlıklı olduğu görülüyor çünkü sayı olarak 10 milyonları buluyor Kürtler. Örneğin sayı olarak çok az kişinin konuştuğu ve aslında Ermenice’nin bir lehçesi olan Hemşince çok az müzik var ve bugün kaç tane Hemşin çıkıp geçmişleriyle ilgili politik laflar ediyor? Sayı az olunca müzik de az oluyor.

Müzik, icra etmesi en kolay sanat dallarından biridir. Alt katmanlardaki bireyler doğal yeteneğe sahipse, bunu, fazla bir maddi harcama yapmadan işleyebilmektedirler. Dolayısıyla müzik yoğun bir şekilde üretilmeye, tüketilmeye ve icra edilmeye devam edecektir ama dil meselesi politik bir meseledir ve günümüzün iletişim olanakları ve siyasal durumu hesaba katıldığında dillerin başlarına türlü türlü şeyler gelebilir. Müzik de etkilenecektir bundan. Sıfırlanmaz ama yavaş yavaş müzelik olur, koşullar böyle giderse. Milyonlarca insan bundan zevk duyar bu arada…

Listemi Youtube’da liste şeklinde kaydettim ve yorum bölümünde paylaşacağım. Bu arada bu listede performans bazlı gittim. Top 19 türküyü yazarken türkünün kendisini düşünmüştüm çünkü örneğin “Havada Turna Sesi Var”ı birçok sanatçıdan dinleyebiliriz ancak “Selımına”yı sadece Kazım Koyuncu’dan dinleyebiliyoruz…

Buyurun “Top 27 ‘Etnik’ Müzik” listeme:

27 – “Al bint el chelebiya” – Arapça – Hilmi Yarayıcı

26- “Leose” – Karadeniz Rumcası – Fuat Saka

25- “Agapo Se” – Karadeniz Rumcası – Apolas Lermi

24- “Malan Barkır” – Kürtçe – Bremen Dayanışma Korosu

23- “Ogit” – Zazaca – Bajar

22- “Naze” – Kürtçe – Şivan Perver

21- “Haynırina” – Ermenice – Kardeş Türküler

20- “Merdana Mına” – Zazaca – Umut Altınçağ

19- “Adire Zerre Ma” – Zazaca – Mikail Aslan, Erkan Oğur.

18- “Pukeleka” – Zazaca – Grup Munzur.

17- “Arix” – Zazaca – Özgürlük Türküsü

16- “Gelino” – Gürcüce – Günyüzü

15- “El gajiye” – Zazaca – Mikail Aslan

14- “Ere gule” – Zazaca – Nilüfer Akbal

13- “Dar hejiroke” – Kürtçe – Aynur Doğan

12- “Bingeol” – Ermenice – Haig Yazdijan

11- “Demme” – Kürtçe – Kardeş Türküler

10- “Ay dilbere” – Kürtçe – Civan Haco

9- “Tsira” – Megrelce (?) – Kazım Koyuncu

8- “Urmiye” – Kürtçe – Aynur Doğan

7- “Heware gule” – Kürtçe – Kardeş Türküler

6- “Meso” – Zazaca – Ahmet Aslan

5- “Tew veyvike” – Zazaca – Erdoğan Emir

4- “Düzgin bawo” – Zazaca – Kardeş Türküler

3- “Selımına” – Hangi dil olduğunu bulamadım – Kazım Koyuncu

2- “Xezale” – Kürtçe – Aynur Doğan

1- “İme tonyalin pedin” – Karadeniz Rumcası – Apolas Lermi.

Bu arada unuttum, Metin Kemal Kahraman’ın “Meyman” ve “Dewreso” adlı parçalarını da listeye ekliyorum. İlk 10’da olurlardı kesin.

İyi günler.

müzik, Uncategorized kategorisine gönderildi | Yorum yapın

Avrupa Futbolunda Son Durum

b8aeed99045618b5d55902

AVRUPA FUTBOLUNDA SON DURUM

Her sene Eylül ayında bu başlıkla yazı yazmak benim için bir gelenek oldu. Bu gelenekten sadece benim haberim var ama…Bu sene de yazalım bakalım. İngiltere, İspanya ve Şampiyonlar Ligi’ni iyi takip ediyorum. Almanya ve İtalya’daki derbileri denk gelirsem izliyorum. Türk futbolundan istifa ettim ve Türk futbolunun gelmişini geçmişini merak etmiyorum artık. Avrupa’daki futbola bakınca TR’deki halı saha gibi geliyor zaten.

Şimdi bu ülkeler tek tek bakalım.

İSPANYA

Ciddi liglerde yedi puanlık farkın kapanmasının çok zor, sekiz puanlık farkın kapanmasının da imkansıza yakın olduğunu düşünüyorum. Bu, en son ne zaman oldu bilmiyorum. Şu anda Barcelona ve Real Madrid arasındaki puan farkı dört ve az sonra Madrid dörtte dört yapan Sociedad’la deplasmanda karşılaşacak. Kaybederse puan farkı yedi olacak ki o zaman Barcelona “Şampi…” diyebiliriz. Real Madrid’in geçen sen tüm maçlarını izledim. ŞL’de çok etkiliydiler ama ligde çok siliktiler. Fakat kimse bunu iplemez. ŞL’yi üst üste iki kere kazanan takım oldular ve tarih bunu yazacak. Bu sene de alabilirler. Zaten ŞL’yi Barcelona, Madrid ve Münih’ten başkası alırsa sürpriz olur. Üç ay sonra 33 yaşında olacak Ronaldo tekleyene kadar sorun yok gibi ama ondan sonrası muammalı. Şu anda dünyada süper star da yok. Barcelona beni dinleyip Willian, Özil ve Sterling’i alsaydı hiçbir sorun yoktu ama onlar gidip Çin’den 40 milyona Paulinho’yu aldılar ve kendisi “Beni neden aldılar, anlamadım” dedi. Neymar’ın yerine gelen Dembele tam Barcelona oyuncusu ve büyük işler başaracak bana göre. Bir, iki sene sonra Neymar gibi olur. Diğer takımlarla ilgilenmiyoruz. Bu iki devi geçemeyeceklerdir.

 

İNGİLTERE

Bu sene şampiyonluk Machester’a gidecek bence. Derler ki Mourinho takımları ikinci senesinde ritm bulur. Ama ne ritm buldu! Ferguson Mancehester’ ı gibiler. Üstelik bir gol makineleri var. Nistelrooy ve Ronaldo’dan sonra ilk defa gol makinesi buldurlar. 24 yaşında ve Premier lig’de 90 gol rakamına ulaşmış Lukaku tam bir gol makinesi. Mikitaryan da çok formda. Zaten iki, üç sene önce Dortmund’da 26 asist yapmıştır. Ciddi ülkelerde 26 asist sayısına ulaşmak imkansıza yakındır. City de bomba gibi. Defansa iki rekor transfer yaptılar. İleri uç zaten bomba gibi. Tıpkı United gibi 16 gol attılar iki gol yediler. 9 Aralık’ta büyük derbi var. Şimdiden nefesimi tuttum. Liverpool taraftarı 30 senedir, Arsenal taraftarı da 15 senedir “Bu sene o sene mi” diye soruyorlar sezon başında ama üç, dört hafta sonra “Bu sene de o sene değilmiş amk” diyorlar. Yine öyle oldu. Chelsea ise geçen sene büyük bir sürpriz yaptı ve şu anda babalardan sadece üç puan geride. Bakacağız. Bu arada ben hala Leister City’nin nasıl şampiyon olduğunu anlamadım…

ALMANYA

Ne denebilir ki? Bayern Münih’in 10 şampiyonluktan sekizini aldığı bir ülke burası. Bayern Münih’le ikinci olmak, Çankırı’yı CHP’nin kazanması gibi bir şey. Bayern Münih bu sene ŞL’de ne yapacak? Her zamanki gibi soru bu.

İTALYA

Juventus üst üste altı şampiyonlukla kendisine ait beş şampiyonluk rekorunu kırdı. Yediye gidiyor. Dörtte dört yaptı. Bir daha ŞL’de final görüp “kaybedeceklerini” sanmıyorum yalnız. Uzun yıllar ŞL finali “kaybetmeyi” özleyecekler. Milan’ı özlediğimi söylemiştim ama sanırım Milan çok uzunca bir süre daha geri gelmeyecek L Inter de dörtte dört yaptı ama kimse Juventus’a kafa tutabileceğini sanmıyor. Soru şudur: Juventus ŞL’de üç babadan biriyle ne zaman karşılaşıp elenecek?

FRANSA

PSG şampiyon olmazsa bu işi bırakırım. Orada da sorun şu PSG ŞL’de üç babadan biriyle ne zaman karşılaşıp elenecek? Gerçi bu, Juventus’ta olduğu kadar kesin değil.

ŞL

Dediğim gibi Barcelona, Bayern Münih veya Real Madrid’den başkasının kazanmasını beklemiyorum. Yalnız Beşiktaş Porto’yu deplasmanda yenerek ilk defa birinci torbadan gelen takımı, tur atlaması kesinleşmemişken yenen Türk takımı oldu diyecektim ki Porto’nun ikinci torbadan geldiğini fark ettim. 2003-04’de Chelsea birinci torbadan mı gelmişti? Gerçi o Chelsea Abramoviç ve Mourinho’nun Chelsea’si değildi. Yedeklerle çıkan Manchester United’ı yenen Fenerbahçe’liler “Dünya devini” yendikleri propogandası yapmışlardı. Son maçta birinciliği garantileyen takımlar son maçlar bebelerle çıkıyorlar ve onları zor bela da olsa yenen Türk takımları ve Türk futbolu riyakarlık şovuna başlıyorlar. Hoşlanmıyorum bunlardan. Çocuk mu kandırıyorlar? Gerçi tam olarak da öyle yapıyorlar aslında…

Bakıyoruz, izliyoruz. Bu sene daha iyi olacak gibi…2018’de Dünya Kupası da var. Dünya Kupası olan yılları severim.

Futbol, Uncategorized kategorisine gönderildi | Yorum yapın