Mahalle futbolunun son temsilcisi


Günümüzün endüstriyel futbol koşullarında bir takıma her koşulda bağlı kalacak futbolcu bulmak neredeyse imkânsızdır. Böyle giderse üç, beş seneye kadar tamamen imkânsız hale gelecektir. Akıllara Barcelona ve onun sembol futbolcuları gelebilir ama Barcelona’nınki arıza bir durumdur. Bir de zaten Barcelona, futbolcularına en çok para ödeyen kulüplerden biridir. Fakat yine de Barcelona, örneğin Iniesta’ya iki milyon avro az maaş ödemeyi teklif etse sembollük kalır mıydı hep birlikte görürdük.
Mahalle futbolundan kasıt futbolun yeterince endüstriyelleşmediği dönemlerdeki futbolcu/takım ilişkisi. Bir futbolcu doğup büyüdüğü şehrin/semtin takımına yükseliyor ve futbolu orada bırakıyor. Kötü günlerde de takımını terk etmiyor. Daha fazla para kazanmayı ön plana koymuyor.    
Kim bu müzeye kaldırılması gereken son temsilci?
Liverpool kaptanı Steven Gerard’dan bahsediyorum.
Kendisi mahalle futbolu anlayışının son temsilcilerinden biri olarak görülebilir. Bu yazıda onun hikâyesine ve geçen sene yaşadığı acıklı olaya odaklanacağız. 
Doğup büyüdüğü şehrin/semtin takımında oynamak dedik: Gerard 1980 yılında Liverpool şehrinde doğmuştur. Dokuz yaşında girdiği kulüpte hala oynamaktadır. Gerçi İnternette kendisinin 1987 yılında Everton formasıyla kupa tutarken verdiği bir poz afişe olmuştur. Pozun altında ironik ve sarkastik bir şekilde “Gerard’ın şampiyonluk kupasını tuttuğu tek resim” yazar. Gerard’ın yedi yaşındayken ezeli rakip Everton’ı tuttuğu anlaşılıyor ama sonuçta Liverpool kulübünün en önemli oyuncularından biri olmuştur ve kariyerini –birazdan göreceğiz- bu kulübe adamıştır.
Dokuz yaşındayken kuzenini ünlü Hillsborough faciasında yitirir Gerard. Hillsborough’daki Liverpool- Notthingam Forest maçında tribün çökmüş ve 96 taraftar ölmüştür. Ölenlerden biri Gerard’ın kuzenidir ve bu olay kendisini çok etkilemiştir.
Neredeyse bütün sembol oyuncular 20 yaşın altındayken o kulüpte oynamaya başlıyorlar. Gerard da 18 yaşında Liverpool formasını sırtına geçirmiştir. Zaten yetenek olarak dünyanın gelmiş geçmiş en iyi orta saha oyuncularından birisidir. Zidane’a göre 2009 yılında dünyanın en iyisidir. Yorumcu Ömer Üründül’ün bir zamanlar dalga geçilen nice klişelerinden biri olan “oyunu çift taraflı oynayan” oyuncuların ilk örneklerinden birisidir. Günümüzde futbol iyice mekanikleştiği için artık bunu yapmayan orta saha oyuncularına hiçbir yerde ekmek yok ama 2004-2005 yıllarında bu çok önemli bir özellikti ve Gerard da dediğim gibi bunun ilk örneklerindendi.
23 yaşında takım kaptanı olur Gerard. Bu da önemli bir şey. Bu kadar genç yaşta böylesine onore edilmek biraz da sembol oyuncu olmayı dayatan bir durum olsa gerek.
2004 yılında Chelsea kendisine teklif yapar. Yağmacılığın ilk örneğidir 2004’te Chelsea’nin yaptıkları. Sosyalizmin zenginliklerini gasp ederek zenginleşmiş bir oligark olan Abramoviç paraları Chelsea’de saçar. Herkesi transfer eder. Gerard’ı bir türlü edemez. Hatta 2005 yılında kendisine o zaman için rekor bir ücret, haftalık 100 bin pound önerilir, yine de kabul etmez Gerard. Çünkü Liverpool’a gönülden bağlıdır.
2005 yılı Gerard için en önemli tarihlerden biridir. İstanbul’daki unutulmaz finalde Gerard öncülüğünde Liverpool, Milan’ı 3-0’dan gelerek yenmiş ve Şampiyonlar Ligi şampiyonu olmuştur. Bu başarı Gerard’ın en önemli başarısıdır. Kendisinin payı da oldukça fazladır. Grup aşamasında Olimpiakos’a son dakikada attığı muhteşem gol (hayatının en mutlu anıymış) ve finaldeki inanılmaz inatçı performansı bu başarıyı getiren en önemli etkenlerden biri olmuştur.
İngiltere ligi dünyanın en köklü ligi olduğu için yerel başarılar orada çok çok önemlidir. Aslında her yerde böyledir de bir İngiliz futbolcu için İngiltere ligini kazanmak ŞL’yi kazanmaktan daha değerli olabilir. Tabi bu ligi yedi, sekiz kere kazanmamışsa. Gerard’ın da en büyük isteği İngiltere ligini kazanmak olmuştur.
Gerard çok iyidir ama çevresi kötüdür. Manchester United ve Chelsea’yi bir türlü geçemezler. Son yıllarda bir de Arap sermayesinin paraya boğduğu Manchester City başa bela olmaktadır. Gerard o çok istediği lig şampiyonluğunu yaşamak için sabırsızlanmaktadır.
Bunun için 2009’da Bayern Münih’in, 2010’da Real Madrid’in yakışıklı tekliflerini reddeder. Bunlar hep Liverpool’la şampiyonluk yaşamak içindir. O şampiyonluk bir türlü gelmeyecektir.
Geçtiğimiz sezon gelecek gibiydi. En son şampiyonluğunu 1990 yılında yaşayan kulüp o tarihten bu yana ilk kez şampiyonluğa bu kadar yaklaştı.
2013-2014 sezonu Liverpool için de Gerard için de önceki sezonlar gibi başlamıştı. İlk devre iddialı takımlara karşı çok iyi performans gösterememişti. 24. hafta geldiğinde Liverpool lider Arsenal’in tam sekiz puan gerisindeydi. Bu haftadan sonra müthiş bir seri yakalayan Liverpool üst üste 11 maç kazandı. Bu seri içerisinde 5-1’lik Arsenal galibiyeti, Old Trafford’da alınan 3-0’lık Manchester United galibiyet de var.
Rivayet odur ki her maç öncesi oyuncular “Gerard için” diyerek maçlara motive oluyorlarmış. 34. haftada yine “Gerard için” çok önemli bir maça çıktı Liverpool’lu futbolcular. Lider Manchester City ile karşılaştılar. Puanlar eşitti. Maçı 3-2 kazanan Liverpool bitime dört hafta kala üç puan önde lider oldu. Bu maçtan sonra Gerard “not let fuckin’ slip” demiştir takım arkadaşlarına. Yani küfürlü bir ifadeyle “şampiyonluğun elimizden kayıp gitmesine izin vermeyelim” demiştir.
35. haftada ölüp ölüp dirildikleri maçta deplasmanda Norvich City’yi 3-2 yenerler. Gerard’ın uğruna nice yakışıklı teklifi reddettiği şampiyonluk için sadece üç maç kalmıştır ve takım çok formdadır.
Sondan üçüncü maç Anfield Road’da şampiyonluk umudu kalmamış Chelsea iledir. Şampiyonluk önündeki son engel bu maç gibi görünmektedir. Tüm şehir şampiyonluğa kilitlenmiş gibidir.
İlk yarı maç ortada geçmiştir. İlk yarının son dakikasında geride son adam pozisyonundaki Gerard’a bir top gelir. Çok rahat poziyondayken Gerard topu ayağından ıskalar ve top Demba Ba’nın önüne düşer. O da tıngır mıngır gider ve golü atar. Şampiyonluğa bu kadar motive olmuş Gerard hiç beklenmedik bir anda kendisinden hiç beklenmeyecek bu hatayı yapar ve şampiyonluk elden kayıp gider. Bir hafta sonra Manchester City ile karşılaşacak şehrin diğer takımı Everton’dan beklenen mucize de gerçekleşmez. Şımarık Arap sermayesi sevimsizce şampiyonluğa gider.
Maçın ikinci yarısında Gerard’ın her top ayağına geldiğinde umutsuzca çektiği şutlar görülmelidir. Kimse ona bir şey diyemez ama kendi kendisini yemektedir. Daha sonra, o maçtan sonraki iki üç ayın hayatının en kötü dönemi olduğunu söyler Gerard.
Futbolu seven ve takip eden hiç kimsenin ilgisiz kalamadığı bir hikâyedir bu. Bunca sene beklediğin şey için en olmadık anda en olmadık hatayı yapmış olmak…
Ben de bu hikâyeyi yazmak istedim. Gerard’ın takdir edilecek bir duruşu ve empati geliştirilebilecek bir hikayesi var evet ama bunların da bir sınırının olduğunu düşünüyorum. Bu hikayeyi yazdım ama sponsor gelirleriyle beraber 15 milyon avro gelir elde eden birisi için mağdur, şanssız, trajedi kurbanı gibi ifadeler kullanmak ağrıma gidiyor, onu belirtmeliyim.
Aklıma Maradona geliyor. Kendisine sormuşlar: “Futbolcuların stadyumlarda yaşadığı stresle ilgili ne düşünüyorsunuz?” O da şöyle demiş: “Stres mi? Ne stresi! Asıl stresi günde 12 saat çalışıp eve ancak beş paseta götürebilenler yaşıyorlar” demiş. Elbette insan psikolojisinin üzerine etki eden çok şey vardır ama yılda milyonlarca avro kazanan futbolcuların yaşadıklarıyla Maradona’nın tarif ettiği insanların yaşadıklarını karşılaştırmaya kalkmak saçmalıkla hakaret arası bir yerdedir. Hatta hakarete daha yakındır diye düşünüyorum.
Bu yazı Barcelona, endüstriyel futbol, Futbol, Liverpool, steven gerard kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.