Dardenne kardeşlerin son filmi


Kısa bir süre önce İleri Haber’de sosyalist yönetmen Ken Loach’un son filmi “Jimmy’s Hall/Özgürlük Dansı”nı incelemiştik. Film Ekimi’nde İstanbullu seyircilerin karşısına çıkan tek sosyalist yönetmen Ken Loach değildi. Belçikalı kardeşler Jean-Pierre Dardenne ve Luc Dardenne de sosyalist dünya görüşüne sahipler ve son filmleri “Deux jours, une nuit/İki Gün ve Bir Gece” Film Ekimi kapsamında gösterildi.
Sinema ve sosyalizm deyince bir durup düşünmek lazım: Sinema, çok etkili (en etkilisi) ve çok pahalı bir sanat dalıdır. Durum böyle olunca sosyalist fikirlerin işlendiği, emekçi sınıfların çıkarlarının yansıtıldığı filmler bulmak çok zordur. Egemenler işi şansa bırakmamak niyetindedirler. Neyse ki Ken Loach gibi, Dardenne kardeşler gibi büyük sanatçılar var ve bu anlamda nitelikli, nitelikli olduğu kadar da tarihsel öneme sahip filmler çekiyorlar.
Dardenne kardeşler Belçikalı. Bu ülke, tarihsel olarak rakip olan dünyanın en önemli kapitalist ülkelerinden Almanya ve Fransa arasında bir anlaşma gibidir. “Ne sen bana bulaş ne de ben sana bulaşayım” anlayışının tezahürü olarak kabul edebiliriz Belçika’yı. Hollanda kültürüyle beraber üç kültürün görülebildiği bu ülke Avrupa için stratejik öneme sahip bir konumdadır. AB, NATO gibi en önemli emperyalist organların merkezleri burada yer alır.
Dolayısıyla İsviçre gibi çıkıntısız bir toplumsallık beklenen bu ülkede aslında işlerin o kadar da süt liman olmadığını Dardenne kardeşlerin filmlerinde görürüz. Dardenne kardeşlerin filmografisini Belçika’da yaşayan emekçi sınıflara ait bireylerin berbat hayatları teşkil eder.
Son filmleri “İki Gün ve Bir Gece”de de bunlardan biri var.
Belçikalı genç anne Sandra’nın bir sabah telefonda işten atıldığını öğrendiği bir sahneyle başlıyor film. Kısa süre önce psikolojik sorunlar yaşadığı anlaşılan Sandra, kontrollü alması gereken ilaçları birer birer yutmaya başlar.
Dardenne kardeşlerin diğer bazı filmlerinde de işlenen bir tema olan “emekçiler arası dayanışma” daha doğrusu dayanışmanın eksikliği bu filmde de karşımıza çıkıyor. Sandra’nın işten atılma sebebi iş arkadaşlarının fikir belirtmek zorunda kaldıkları bir oylama. Patron ve onun kraldan çok kralcı olan yöneticisi, çalışanlara iki alternatifle ilgili fikirlerini sormuşlardır. Açık yapılan bu oylama sonucunda ya Sandra işten atılacak ya da herkese vaat edilen 1000 avro bonus ödenmeyecektir. Bu kadar iğrenç bir seçim, yönetmenlerin kurguladıkları bir şey değil, bizzat gerçek hayattan alınma bir hikâyedir.
Emekçilerin her birinin bin türlü sorunla boğuşmak zorunda kalmalarından dolayı ve de yöneticinin mobbing (işyerindeki psikolojik şiddet) yapması sonucu oylamada Sandra’nın gönderilmesi yönünde karar alınıyor.
Sandra’nın vicdanlı bir meslektaşı duruma el atar ve Sandra ile beraber, olan bitenden çok da haberdar gözükmeyen patronla konuşurlar. Pazartesi sabahı yeni ve gizli bir oylama yapılması yönünde patronu ikna ederler.
Filme adını veren iki gün ve bir gecelik süre başlamıştır. Sandra’nın bu sürede bütün iş arkadaşlarını evlerinde ziyaret etmesi, işte kalması lehinde oy vermelerini talep etmesi gerekmektedir. Depresyondan yeni çıkmış Sandra bu işe çok gönüllü değildir aslında ama ev kredilerini düşünen kocası bu işte onu motive eder/zorlar.
Unutulmaz sahneler olarak değerlendirebileceğimiz Sandra’nın bu ziyaretlerinde, kapitalizmde nasıl da yapayalnız bireyler olduğumuzu görürüz. Bazıları kendi uyduruk çıkarları için (duvarı boyatmak, çatıyı tamir ettirmek gibi) göz göre göre bir iş arkadaşlarının harcanmasına razı olmaktadırlar. Sandra’nın aslında normal bulduğu bu durum seyircinin canını yakar. Emekçiler sömürü düzeninde hissis birer robota dönüşmüşlerdir. Hepsi değil ama…
Bakalım seçimi yine AKP mi kazanacaktır? Sandra’nın mücadelesi vicdan denen şeyin tamamen yok olup olmadığını da bize gösterecektir.
Dardenne kardeşler ilk defa A sınıfı bir oyuncuyla çalışmışlar. İyi de etmişler. Oscar ödüllü Marion Cotillard, Sandra rolünde harikalar yaratıyor. Karakterin yaşadığı psikolojik gerilimleri seyirciye aynen aktarıyor. Nitelikli sinemanın –biraz da mecburiyetten- önemli özelliklerinden olan tanınmamış veya amatör oyuncularla çalışma prensibinin aslında bir prensip olmadığını görüyoruz. Sinemanın da özgürleşeceği bir dünyada en iyi oyuncular en iyi filmlerde oynayacaklardır. Şimdiden bunun örnekleri yapılabiliyorsa bence yapılmalıdır.

Dört elle sarılmamız ve işlerini olabildiğince tanıtmamız gereken sanatçılar bunlar. Bunu laf olsun diye de yapmayacağımızdan emin olabilirsiniz. Dardenne kardeşler, tıpkı Loach gibi, boşa sallamamışlardır. Sinema nasıl olur sorusunun yanıtı bu filmlerdir. İyi seyirler…  
Bu yazı belçika, dardenne brothers, dardenne kardeşler, deux jours une nuit, Devrimci sinema, iki gün ve bir gece, jean-pierre dardenne, Ken Loach, luc dardenne, Sinema, two days one night kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.