Futbol Filmleri 21

20. yüzyıla girilirken, emperyalist ölüm ve sömürü makinesinin liderliği, hiç kuşkusuz İngiltere’nin elindeydi. Bu liderlik 50 yıllık bir süreçte Amerika Birleşik Devletleri’nin eline geçmiştir. Tam da 1950 yılında, Brezilya’daki dünya kupasında İngiltere ve ABD arasında oynandığı varsayılan bir futbol karşılaşmasını kurgulayan bir film var. “The Game of Their Lives/Hayatlarının Maçı” filmini çekenler emperyalizmle kavgalı mıdırlar? Hayır. Zaten o yüzden dandik bir film bu.
Film Amerikan milliyetçiliği üzerine inşa edilmiş, esnaf işi, gaz vermeye çalışan bir eser. Bir nevi Rocky, Rambo filmleri gibi. St. Louise’deki göçmen İtalyanların futbol merakıyla başlıyor film. Bu insanların neden yurtlarından göçüp geldikleri üzerine hiçbir şey yok. Hepsi, birlik beraberliğe en çok ihtiyaç duyulan o Soğuk Savaş günlerinde birer Rambo’ya dönüşmüş. “Milli çıkarlar” için canlarını bile verebilecek kıvama gelmişler.
Film, her bir önemli oyuncunun kişisel yaşamındaki gelgitlere odaklanmak istiyor. Fakat dediğimiz gibi asıl derdi Amerikan çıkarlarını cilalamak yani “esnaflık yapmak” olduğu için bu sahneler sanki bitse de gitsek motivasyonuyla yazılmış ve çekilmiş. Bu tür filmlerin olmazsa olmazı babacan Mr. Oldiebutgoldie’nin varlığıyla yokluğu bile belli değil.
O dönemde futbol Amerika’da oldukça amatör olduğu için milli takım seçmeleri de bir turnuva şeklinde yapılıyor ve göçmen İtalyanlara, yine bir takım “sorunlu” ama patriot futbolcular katılıyor.
Takım Brezilya’ya ulaşmadan önce İngiltere’yle dostluk maçı yapıyor. Politik olarak sarsılmaz dost olmalarına rağmen sahada sanki düşman gibiler. İngiliz takımı Amerikan takımını aşağılar gibi bir maç yapıyor. Brezilya’daki maçtan önce beraber yenilen yemekte, İngiliz popüler oyuncu bir konuşma yapıyor ve Amerikalıların “bu işleri bırakmasını”, bu işi en iyi onların bildiğini, futbola soccer demenin yanlışlığını tüm antipatikliğiyle aktarıyor.
Nihayet futbol filmlerini futbol filmi yapan, filmin sonunda yer alan ölüm-kalım maçına geliyoruz. Bu film de birçok futbol filmi gibi maç sahnesine kadar büyük oranda esnaflık yapıyor ve dakikaları tüketiyor. Maçtan önce mide bulandırıcı bir sahne var. Brezilya’da yer alan Amerikan donanması generali, başkan adına tüm takımı selamlıyor. Oyuncular da general şahsında tarihin gördüğü en büyük anti-komünistlerden biri olan Başkan Truman’a kepsiz selam çakıyorlar. “We can do it!”
Maç sahneleri inandırıcılıktan oldukça uzak ve hayret 3-2 bitmiyor. Amerikalılar pisi pisine bir gol atıyor. Sonra Amerikalılar “Çanakkale geçilmez” taktiğiyle oynuyorlar ve o dönemin en iyi takımı İngiltere’yi inanılmaz çaresiz bırakıyorlar.
Amerika’nın futbolla olan bağı üzerine çok şey söylendi. Hatta bunu sağlamlaştırmak için 1994’te bir dünya kupası bile düzenlendi ama bir türlü olmadı. Coğrafi uzaklık, dolayısıyla maçların yayınlanmasının imkânsızlığı bu sonuçta etkili oldu ama zaten emperyalist blok halkı kandırmak ve soymak için akılcı bir işbölümü yapmıştı. Amerika futbol satamıyorsa sinema satıyor işte. Basketbol satıyor. Pop müzik satıyor. Futbolu satma ihalesi de Avrupa’ya kalıyor ve onlar da bu işi gayet iyi yapıyorlar zaten.            
Bu yazı Dünya Kupası, Emperyalizm, Futbol, Futbol Filmleri, Sinema, The Game of Their Lives, Truman Doktrini kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.