İki Adet Sol-Politik Film

 

 

Ben ortaokula giderken Türkiye’de ilk özel televizyonlar açılmaya başladı. Bir gün arkadaşlarla bir düğüne gitmiştik (orta okuldayken arkadaşlarla düğüne gitmek…) eve geldiğimde, o zamana kadar özel bir antenle izlenebilen ve efsane haline gelmiş STAR1 adlı televizyonun bütün televizyonlarca izlenebildiğini görmüştüm. Hayatımda en mutlu olduğum anlardan biriydi. Asıl ölümcül darbeyi SHOW TV vurdu bana ve o tarihten beridir bir “movie-buff”ım.
Önceleri filmlere erişmek bu kadar kolay değildi. Şimdilerde aradığınız her türlü filme erişebiliyorsunuz. Filmlere erişmek kolaylaştıkça, sinemadaki sanatsal değerde bir düşüş oldu. Bu olumsuz durum, filmlere erişmenin kolay olmasının getirdiği bir sonuç demek istemiyorum. Böyle bir durum ortaya çıktı işte. Hangisini tercih edersin diye sorsanız hiçbiri derim ve filmlere erişmenin kolay olduğu ama nitelikli filmlerin bolca üretildiği bir sinema sektörü isterim.
Benim yıllarca peşinde koştuğum filmler vardır. On yıllarca. O filmle ilgili bir şey okumuşumdur ve o film aklıma düşmüştür fakat işte erişim koşulları kıt olduğu için ulaşamamışımdır. 1975 tarihli “Bir Gün Mutlaka” böyle bir filmdir. Yılmaz Güney’le ilgili yazdığım yazıda bahsettiğim üniversite yıllarından beridir bu filmi izlemeyi arzu ediyordum.
Geçenlerde Youtube’da tek parça halinde görünce bir tuhaf oldum.
Yılmaz Güney, 1974 yılında Adana’da film çekerken, ekibiyle beraber akşam yemeği için bir lokantaya gider. Arkadaş’ı çekmiş ve o yıllarda zirveye doğru giden sosyalist siyaset için bir idol haline gelmiştir. Eskiden de idoldü zaten, bunu incelemiştik. Lokantaya içkili bir yargıç gelir ve Güney’e sözlü tacizde bulunmaya başlar. Yılmaz Güney de adamı öldürür. Çok çok büyük hata. Feodal ve lümpen yanlarını tam olarak törpüleyemeyen büyük ustanın trajedisidir bu. Bu durum sonraları birçok dostu tarafından acemice savunulmaya kalkışılmıştır ancak ortada somut bir gerçek vardır. Yapmayacaktı!
İşe o Sürü’ler, o Yol’lar, o Düşman’lar Yılmaz Güney’in bu üçüncü hapislik döneminde gelmiştir. Bu dönem aslında Bilge Olgaç’ın (kadın) yönettiği “Bir Gün Mutlaka” (1975) ile başlar. Yılmaz Güney’in senaryosunun yazdığı ve gölge yönetmene çektirdiği ilk film budur.
Nihayet izledim. Film yarı belgesel yarı kurmaca. Daha doğrusu elbette kurmaca ama araya belgeselvari görüntüler ve sahneler serpiştirilmiş. O yıllarda sokakta ve fabrikalarda örgütlenmeye çalışan sol yapıların ve toplumun bir fotoğrafını çekiyor. Gizli bir devrimci hücre var ve o hücredeki bireylerin tek tek yaşamlarına odaklanıyor. Hepsi emekçi olan bu karakterlerin türlü türlü sorunları var. Aile bireyleri ile yaşadıkları sorunlar ve bunların siyasete bıraktığı izler veya tam tersi, siyasetin sorunlar üzerindeki belirleyiciliği ele alınıyor.
Aslında iyi bir şey bu. Birileri bunu yapmalıydı ama film çok acemice çekilmiş. Bunu belirtmek zorundayım. Zaten kayda değer bir başarı da elde edememiştir. Tıpkı birinci Vizontele gibi yan yana konulmuş skeçlerden oluşuyor gibi. Adeta devrimcinin el kitabı gibi bir film. Diyaloglar, oyunculuklar yani teknik olan her şey çok başarısız. Hikayede de tutukluklar, zorlanmalar, tıkanmalar var. Sürü veya Yol filmleri gibi birer ayrıntı şaheseri değil.
İkinci filmimiz de 1961 tarihli “Şehirdeki Yabancı” adlı film. Yönetmen Halit Refiğ’in otobiyografisini okumuştum. Orada bu filmden çokça bahsediyordu. Bu da onun için yanıp tutuşmasam da görmek istediğim bir filmdi. Ayrıca ben İstanbul dışında çekilen filmleri (Zonguldak) severim. Yıllar önce de Zonguldak’a günü birlik bir gezi yapmıştım.
Beni filme yönelten asıl etken geçtiğimiz hafta çok çok büyük sanatçı Vedat Türkali’yi kaybetmemiz oldu. Film, onun senaryosuydu. Sınıfsal karşıtlıklar temelinde bir film. Maden işçileri, onların iş güvenliklerini, yaşam koşullarını dert edinen bir mühendis ve karşılarında türlü türlü unsurlarıyla egemen blok. Mühendis, İngiltere’de okumuş ve memleketine geri dönmüştür. Gurbette ayrıntıları çok tarif edilmeyen bir aydınlanma süreci yaşamıştır ve memleketine dönmüştür. Sevdiği kızı zengin bir adamla evli bulmuştur. Patronlar ve sağ siyasetin girdiği kirli ilişkiler inceleniyor, iki yüzlü toplum ahlakı masaya yatırılıyor ve iyilerle kötüler ayrıştırılıyor.
1961 yılında çekilen bir Türk filminden çok az şey bekleyebiliriz. “Şehirdeki Yabancı” tüm radikalliğine rağmen belli bir çizgiyi aşamıyor, aşamaz. İzledim işte, naapim!
Bir şey diyo musunuz? Kapatıyorum.  
Bu yazı Sinema kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.