Lenin döneminden bir film

Bu yazı; filmi izlememiş olanların, filmi sağlıklı bir şekilde izlemelerini engelleyebilecek bilgiler içerebilir.

Bir önceki yazımda andığım Lenin’in Çarlık Rusya’sı grevleriyle ilgili düşüncelerini daha iyi kavramak için izlenmesi gereken en çarpıcı filmlerden biridir Sergei Eisenstein’nin “Strike/Grev” adlı filmi. Bazı kaynaklarda 1924’te, çoğu kaynakta da 1925’te çekildiği yazıyor. 1924 Ocak ayında ölen ve ölmeden önceki son iki yılında aktif politika yapmayan Lenin’in döneminden gelen bir film olduğu iddiamın biraz zorlama olduğu gerçek ama onun politikada sıcak etkisinin hala hissedildiği bir yerdi 1924-25 SSCB’si. Aslında bu vurguyu yani filmin o denli eski olduğunu filmin teknik üstünlüğünü vurgulayacağım zaman, düşüncelerime destek olması için yaptım.

Filmin yönetmeni Sergei Eisenstein için sadece Sovyet sinemasının değil dünya sinemasının da en önemli yönetmenlerinden birisidir dersek herhalde itiraz gelmez. En bilindik filmi “Battleship Potemkin/Potemkin Zırhlısı” (1925) günümüzde bile muazzam bir etkiye sahiptir. Sadece olağanüstü filmler çekerek değil kuramsal, teorik anlamda da sinemaya katkıda bulunmuştur. Sinemada diyalektiğin arayışları içerisine girmiştir. Zıtların birliği yasasını, bir şeyin aynı anda farklı mekan ve zamanlarda farklı şeyler olduğunu filmlerinde somutlamıştır.

“Strike/Grev” bu arayışların, sorgulamaların çok çarpıcı bir şekilde açığa çıktığı teknik olarak oldukça üst düzey bir film. Alfred Hitchcok 1960 yılında “Psycho/Sapık”ın girişinde otel odasına hareketli kamerayla zoom yapması çok etki yaratmıştır. Aynı beceriyi Eisenstein’ın 1924 yılında oldukça kısıtlı imkanlarla kotardığını görmek ilginç bir deneyimdi benim gibi bir Hitchcock hayranı için. Yine sevdiğim bir yönetmen Stanley Kubrick’in meşhur 1980 tarihli “The Shining/Cinnet” adlı filminde çok konuşulmuş bir sahne olan otel odasındaki çocuğun tüyler ürperten bisiklet sahnesinin yani hareketli bir objeyi hareketli bir kamerayla görüntüleme olayının ta 1924’te kullanıldığını görmek de aynı oranda ilginç bir deneyimdi benim için. Filmdeki teknik özen, yaratıcı uygulamalar, baş döndürücü kıvraklık teknik üstünlük hanesine yazılırken, film bir an bile insanın gözünü alamadığı her şeyden önce görsel bir şaheser. Eisenstein’ın çok kısa bir süredir var olan bir sanat dalını bu kadar avangardlaştırması dikkatle incelenmesi gereken bir olgu. Ve Sosyalizmin yaratıcılığa ket vurduğu türünden safsataları çöpe göndermek için en çarpıcı örneklerinden biridir Eisenstein sineması.

Filme her şeyden önce görsel bir şaheser derken, inanmış bir komünist olan Eisenstein’in sadece bir şeyler göstermek değil aynı oranda bir şeyler de anlatma derdini göz ardı etmemeliyiz. Yoksa çok zor ekonomik şartlara sahip, 1. Dünya Savaşı ve iç savaşı geride bırakmış o dönem Sovyetler’inde pahalı bir şey olan film çekmeye ne gerek var? Film “Diktatörlüğe Giden Yol” adlı sekiz filmlik bir serinin beşinci filmi. Film Lenin’den bir alıntıyla açılıyor: “İşçi sınıfının gücü organize olmasından gelir. Organizasyon olmadan, yığınlar hiçbir şeydir ama onunla proletarya her şeydir. Organize olmak demek eylem birlikteliği, pratik birlikteliği demektir”. Yani Leninizm’in en önemli özelliklerinden biri olan kendiliğindenliğe bel bağlamamak vurgulanıyor. Sonra film bu doğrultuda örüyor kendisini. Film Çarlık Rusya’sında geçiyor. Bir fabrikada kendiliğinden diyebileceğimiz bir eylemlilik ortaya çıkıyor. Bir işçinin maruz kaldığı haksız itham sonucunda intihar etmesi var olan öfke birikimini greve dönüştürüyor. Bu grevin yiğit aktörleri kitlesellik yakalamalarına rağmen organize olmaktan uzaklar ve evet o meşhur öncü partinin etki alanına tam olarak girebilmiş değiller. Burjuvaziyle anlaşma ufkunu aşamıyorlar ve taleplerini iletiyorlar. Bir önceki yazımda bahsettiğim Lenin’e göre grevin uzlaşmacı, devrimi erteleyici karakteri kendisini gösteriyor. Tabi burjuvazinin yapacağı belli. Oldu, gözlerim doldu diyor her zamanki gibi. Ve emrinde olan kolluk kuvvetlerini işçilerin üzerine salıyor. Tarihte her zaman olduğu gibi. Ta tarihlere gitmeye gerek yok, bir sol yayın organını açın ve aynı şeylerin günümüzde de yaşandığını ve burjuva medyasında asla yer almadığını göreceksiniz. Film mağlubiyetle sona eriyor. Bu aslında filmin devrimciliğini destekleyen bir durum. Burjuvaziyle ittifak yapmaya gitmeyin, iktidar perspektifine sahip olun demek istiyor ki devrimcilikten kastettiğim de tam olarak bu. Sonuç olarak hep güzellemesini yaptığım devrimci sanata örnek olarak sunabileceğim nadide bir eser “Strike”.  

Bu yazı Battleship Potemkin, burjuvazi, Çarlık Rusyası, Devrimci sanat, Devrimci sinema, diyalektik, Grev, Lenin, Potemkin Zırhlısı, Sergei Eisenstein, Sovyet sineması, Sovyetler Birliği, Stachka, Strike kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.