Müjdeler olsun: İletişimsizlik temalı bir milyonuncu film çekilmiş.


Devrimci iyimserlik diye bir şey vardır. Vardır yani…

Hem devrimci olma iddiasında olup hem de sinema sever olmak acıklı bir durumdur. Çünkü çok önemli bir etki alanına sahip (en etkilisi) ve oldukça pahalı olan bu sanat dalında egemenler çok nadir faka basarlar. Dolayısıyla devrimci perspektife sahip film sayısı toplamın çok az bir bölümüne denk gelir.

Devrimci sinema arayışı içerisinde olan birisi, Türkiye’de geçen ve bir beyaz yakalının dramını işleyecekmiş gibi başlayan bir filmle karşılaşınca hemen sevindirik olur. Bu gayet doğaldır ama kazın ayağının öyle olmadığını anlayınca oturup ağlamasa da sinirleri bozulur.

“Köprüdekiler” (2009) gibi çok iyi bir ilk filme sahip, mektepli Aslı Özge’nin ikinci filmi “Hayatboyu” (2013) bir beyaz yakalının dramıymış gibi başladı. Beyaz yaka, gece başarısız bir sevişme yaşadı ve sabah işe gidince de stres yüklendi. İyi bir filmle karşı karşıya olduğumu düşündüm sonra da bir milyonuncu iletişimsizlik filmi olduğunu görünce sinirlerim bozuldu.

“Köprüdekiler”de, kapitalizmin canını okuduğu üç “gerçek” karaktere odaklanarak gönlümüzde taht kazanan Aslı Özge, Euroimages, Kültür Bakanlığı fonlarıyla kendisinden bekleneni vermiş. “Neden?” sorusunu sormayan bir film çekmiş.

Neden bu filmdeki orta gelir grubuna sahip eğitimli çift milyonlarcası gibi mutsuz? Çünkü Türkiye kapitalizmle yönetiliyor ve bu sistemde ücretli emekçilerin neredeyse hiçbiri yaptığı işten memnun değildir. Hayatını kazanmak için bir sürü takla atması, açıkça yalan söylemesi, insanların sırtlarına basması falan gerekir. 2700 lira maaş alan, cumartesi çalışmayan ama çalıştığı gıda firmasında sürekli aroma üreten arkadaşım nicesi gibi mutsuz. Bu toplumsal düzen ayrıca iki yüzlü ahlak anlayışına sahip ve hayatın her alanında bu yozlaşma insanlara aktarılıyor, onlar da bunu diğer bireylere bir şekilde yansıtıyorlar.

Tabi film bunu işaret etmiyor, bir milyon tane olan benzer film gibi. Varsa yoksa kasvet, sıkıntı, iletişimsizlik…”Eee?” derler adama/kadına. İngilizce biliyorsa “so fucking what?” derler.

Film de der ki “Tatava yapma. İzle geç ve (u)mutsuz ol.”

Hele öyle sorgulamak hatta hatta mücadele etmek, değiştirmek falan…

Filmde bir fotoğraf sanatçısı kadın ve mimar eşi (erkek) var. Erkek kadını aldatıyor. Aa, ne ilginç!..Film diye aralarındaki diyalogları veya diyaloğa girememelerini izliyoruz. Yani her “sanat filmi” gibi bir sonucu sadece estetik bir şekilde izliyoruz. Diyorum ya bunlardan bir milyon tane var ve bu filmler fonlarla destekleniyor.

Bizim yaptığımız paranoyaklık falan değil. Özellikle 1991’den sonra post-modern ideolojinin etkileri sanatta ve özellikle de sinemada fazlasıyla görülmeye başlandı. Bu durum da kendiliğinden oluşan bir durum değildi, politika yapanların ve ellerinde sermaye bulunduranların arzuları sonucunda ortaya çıktı. Apaçık bir müdahale söz konusuydu.

Böyle sanatın içine tükürürüm ben.

Bu yazı Aslı Özge, Hayatboyu, Kapitalizm, Köprüdekiler, orta sınıf kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.