Yeni Türkiye’nin Sinemacısı

381477.jpg

Yanlış anlaşılmasın, yandaşı anlamında değil… Yönetmen Seren Yüce, Yeni Türkiye denen cismin yandaşı değil eleştirel gözlemcisidir…

2010 yılında yönetmenin “Çoğunluk” adlı ilk filmini izledikten sonra, çıkacak olan her filmini izleyeceğim bir sinemacım daha olmuştu. Sonra 2011 yılında manyak-sinema-takipçiliğini bıraktığım için yönetmenin yeni filminden haberim olmamıştı…

Gerçi kendisi de epeyce beklemiş. Altı sene sonra çekmiş “Rüzgarda Uçuşan Nilüfer” adı filmi. Ben o yıllarda manyak-seyyahlığa başlamıştım. Film çekmek çok zordur kabul de bu birkaç yıl daha bekleseydi kadro dışı kalacaktı…

Yönetmen kadın zannedilir ama erkektir. Erkek olmak, kadın olmak… Önemli mi? Çok önemli… Tayyip Erdoğan zaman zaman doğru şeyler de söylüyor. Onun “Kadınla, erkeğin fıtratı aynı değildir.” cümlesini bağlam içerisinden çıkartıp, cımbızlanmış haliyle öne sürmek istiyoruz. Herhangi bir kimliğe ait olmak kişinin yaşam içerisinde takındığı tavırlar üzerinde direkt olarak etkilidir. Hele hele kadın veya erkek olmak milyonlarca yıllık evrimsel süreçte çok etkili olmuştur. İlkokullardaki çocukların kendi aralarında oynadıkları oyunlara bakarsanız görürsünüz: Erkek çocuklarını sürekli bir itiş, kakış, şiddet, rekabet, intikam içerisinde görüyoruz; kız çocuklarını ise sakinlik, huzur, dayanışma temalı diyaloglar içerisinde görüyoruz. Elbette istisnaları vardır ama erkek çocukları sürekli action peşindeyken kız çocuklarının sürekli el ele, mutlu mesut koşmaları evrimin çıktısıdır ve Erdoğan’dan ideolojik saiklerini göz ardı ederek yapmamız gereken çıkarım budur.

Her iki filminde “erkek şerefsizliğini” hedef tahtasına yerleştirdiği için yönetmeni tebrik etmek gerekir.

RSN’de “erkek şerefsizliği” kadar burjuva tipi aile ve de özellikle Yeni Türkiye’nin burjuva tipi ailesi hedef tahtasında. “Çoğunluk”ta bu yok değildi ancak bu film kadar yoğun değildi. “Çoğunluk”ta orta-üst sınıf bir sonradan görme ailenin (kaçınılmaz olarak milliyetçi ve muhafazakardı) kimlik bunalımı yaşayan bir erkek evladının bireysel hikayesi vardı elimizde. Belki de 2010 yılında Yeni Türkiye’nin gelmesi halen tamamlanmadığı içindir bu tercih. 12 Eylül Referandumu bile halen yapılmamıştı film çekilirken.

Mertkan’ın (ismine sıçayım) içindeki vicdan kırıntılarını tüketmesi ve yavaş yavaş bir “Duran Abi”ye dönmesi anlatılıyordu. Not: Duran Abi, benim yazılarımda sıkça kullandığım bir metafordur. Türkiye’yi yönettiklerini iddia ettiğim İç Anadolu ve Karadeniz esnaflarını sembolize eder. Karşılarında da emekli öğretmen Metin Bey vardır.

“Rüzgarda Salınan Nliüfer” 2016 yılında çekilmiş. Filmi 15 Temmuz ve Başkanlık Sistemi’nden önce çekildi. Aslında yeni bir filmin de vakti geliyor bu halde. Çünkü bu ikisi de önemli değişikliklerdi. Nilüferlerin rüzgarda salınmamaları yani bir saçmalık olması oldukça manidar olmuş çünkü bu yeni Türkiye’de saçmalıklar hiç olmadığı kadar “normale” “genel kabule” yaklaşmışlardır.

Bu saçmalıklar dünyasında ideolojik olarak kafası karışık tiplerden bana gına geldi. Kimin ne olduğu belli değil bu yeni Türkiye’de. Herkes Atatürkçü, herkes özgürlükçü, herkes “solcu” MEB bakanı bile, herkes dindar, herkes hayvan sever, herkes namuslu, herkes entelektüel, herkes milliyetçi (gözlemlediğim kadarıyla tutarlı olan tek şey bu) falan…

RSN’de “Çoğunluk”taki gibi bir merkez karakter yok. Handan en fazla göz önünde olanı gibi görünse de Korhan ve Şermin hatta 10 yaşındaki Aleyna bile (S harflerini bilinçli olarak söylemeyen Yeni Türkiye ergen kızı) fazlasıyla inceleniyor.

SPOILER

Korhan’dan başlayalım. Resmen tiksindim adamdan. Buradaki aile “Çoğunluk”taki aileden ekonomik olarak biraz daha iyi durumda. Emekli öğretmen Metin Beyin yaşam tarzı özlemlerini paylaşan ama Duran Abi siyasal pozisyonunda olan birisi. Kızının adını Aleyna koymuş, sekreteri türbanlı, ofisinde “Kaplumbağa Terbiyecisi” tablosu var… Tam bir Tinder çitası. Karısına, paranın kaynağı olduğu için psikolojik şiddet yapıyor. Bir “şerefsiz erkek” daha nedir ki…

Kadın da az değildir ama… Savunulacak gibi değil. Niteliksizliğinin farkına varmayıp klişe üst-orta sınıf kadını işlerinin peşinden koşuyor. Kitap kafe açmak, kitap yazmak (!) gibi. Aslında tam bir cariye işlevinde. Ondan bunun bilincine varıp, isyan bayraklarını açmasını beklemek haksızlık mı olur? Elbette öyle olur ama her şey gözünün önünde cereyan ederken rüya projeler peşinde koşmayıp biraz daha cesaretli olabilir diye düşünüyorum.

Şermin karakteri kafaları karıştırıyor. Son yaptığı hareketle… Film boyunca en makul ve nitelikli karakter olarak görülmesine rağmen son sahnede erkekliği yeniden üretti. S’leri söyleyemeyen Aleyna ile cinsel oyunlara giren aynı yaştaki oğlunu pohpohladı. Yani dediğim gibi erkekliği yeniden üretti. Melo’ya göre bir gece önce kendisini taciz eden Korhan’dan bu şekilde intikam aldığını düşündü. Bu doğruysa fecaat…

Çok iyi film. Teknik olarak eksikliği yok gibi. Korhan’ın kıllığı daha iyi elde edilebilirdi diye düşünüyorum. Onun dışında filmde beni rahatsız eden bir şey olmadı.

Umarım Seren Yüce her seçim döneminden sonra bir film çeker…

Bu yazı Sinema, Uncategorized kategorisine gönderilmiş ve , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.