Bir Normal Tip Olarak, Türkiye’nin En Mutlu Adamı Şevik Çepnioğlu’nun Hikayesi

Merhaba sevgili okuyucular!

Ben ünlü romancı Baran Doğan. Şu anda yeni (ilk) romanımın yazım sürecindeyim. Siz hayranlarımı çok beklettiğimin farkındayım ama sizler de takdir edersiniz ki roman yazmak çok meşakkatli bir süreç. Sıkı bir yoğunlaşma ve yoğun bir zihinsel emek gerektiriyor. Bunların üstüne bir de oturup güzel yazı yazmayı gerektiriyor. Kolay değil yani. Bu yüzden Balzac’a, Yaşar Kemal’e ve diğer 20’nin üzerinde romanı olan yazarlara hem hayranım hem de onlara hayret ediyorum. Lütfen acımasız olmayınız. Bir; 4, 5 sene bekleyiniz ve hala gelmiyorsa o zaman hesap sorunuz. Örneğin “hala” kelimesi babamızın kız kardeşi anlamına gelir, “şimdiye kadar” anlamına gelen kelimede ise a’ların üzerinde şapka vardır ama ben MS Word programında şapkalı a’nın nereden elde edildiğini bilmiyorum ve bunun için 47 saniye falan harcamam lazım. Şu anda bunu yapamıyorum…

Bu süreçte yazı yazmadan da durmuyorum elbette. Bunlar kurmaca olmuyorlar genelde ama bugün olduğu gibi kurmaca da olabilirler. An itibarıyla kurmacanın başlamak üzere olduğunu belirteyim o halde… Orhan Pamuk, romanın yapay bir şey olduğunu sık sık okuyucuya hissettirir. Roman içinde roman teması veya kendi romancı kişiliğiyle sık sık boy göstermesi gibi hilelerle elimizdeki metnin aslında bir kurmaca olduğunu anlarız. Benim Şevik Çepnioğlu’nun peşine düşmem de kendisinin “Kafamda Bir Tuhaflık” romanından sonra olduğu için onun kurmaca hilelerine başvurmamdan daha doğal bir şey olamaz o halde. Kurmaca başlıyor…

ŞEVİK ÇEPNİOĞLU’NUN AŞIRI SIRADAN HAYATI

Telefonumda ne zaman yurt dışından arayan bir numara görsem mutlu olurdum. Neydi o Tayyip Erdoğan’ın bir kere kullandığı, ilginç kelime? Evet, hatırladım… Layüsel… Yani sorumluluk sahibi olmayan. Kendimi layüsel hissetmeye bayılırım. Yurt dışında da kendimi hiç olmadığı kadar layüsel hissederim. 90’lardaki gibi telefonum “Çok yazıyor.” gerekçesiyle kapalıdır. Cebimdeki dövize yabancılaşmış olduğum için sanki o para bana havadan gelmiştir. Sokaklarda bira içebilirim. Yapmam gereken hiçbir ev işi yoktur. Gündelik politikadan uzağımdır. Bu sebeplerden dolayı yurt dışındayken kendimi layüsel hissederdim. Yurt dışından bir telefon geldiğinde de kendimi o kısa süren görüşme boyunca layüsel hissederim. Telefonu açtım…

Karşımdaki ses Fransızca konuşuyordu. Bunu anlayabiliyordum. Kendisine İngilizce; Fransızca bilmediğimi, isterse İngilizce konuşabileceğimizi söyledim. Her Fransız gibi, karşısındaki insanın Fransızca değil de İngilizce bildiğini anladığında biraz gönül koydu. Üç saniye bekleyip İngilizce konuşmaya başladı. Bir Fransız belgesel kanalından aradığını, beni uzun süredir Twitter’dan takip ettiklerini ve uzun süredir “Kafamda Bir Tuhaflık”ı okumamı beklediklerini söyledi. Son tvitimde bu kitabı nihayet okumuş olduğum anlaşıldığı için benimle iletişime geçtiklerini söyledi. Ben de her insan gibi övgüye aşık olduğum için bu cümlelerden dolayı mutlu oldum. Kanal olarak benden Türkiye’nin en mutlu insanını arayıp bulmamı istediklerini söyledi. Yine bir tvitimde ele aldığım “normal tip, enteresan tip” kategorizasyonumdan çok etkilendiklerini ve uzun süredir peşinde oldukları, Türkiye’nin en mutlu insanını ancak benim bulabileceğimi düşünmeye başladıklarını söyledi. Bu bir iş teklifiydi. Ben de uzun süredir işsiz olduğum için teklifi kabul ettim. Gezmeyi çok sevdiğim için yıllardır gezen ve para kazandıran bir faaliyet arıyordum zaten.

Üç sene boyunca tüm Türkiye’yi gezdim. Halkı gözlemledim. Kahvelere girdim, düğünlere katıldım. Asker uğurlamalarından, Kuran okunan etkinliklerden, Dersim’deki Munzur Baba toplaşmalarından, Trabzon’daki Kalandar gecelerinden, Kastamonu’daki köçek oynatma etkinliklerinden eksik kalmadım. Türkiye’nin en mutlu adamını nihayet buldum. Ankara’nın Kahramankazan ilçesindeki pazarda gördüm Şevik Çepnioğlu’udu bu kişi. Nüfus memurunun ismi yanlış duyması veya söyleneni umursaması yüzünden ismi, nüfus cüzdanına yanlış yazılmış olan çok sayıda insandan biriydi. Sıradanlığın anıt abidesiydi. Sıradan ve dar ufuklu hayatı sayesinde ömrü boyunca çok mutlu olmuştu. Bilmenin verdiği acıdan bihaberdi. Hayat ona gerçekten çok güzeldi. Yüzünde gülücükler açıyordu ben onu ilk kez gördüğümde. Elindeki iki poşette aldığı bir şeyler vardı. Köy minibüslerinin beklediği, garaj bile denilemeyecek yerdeki, kahvehane bile denemeyecek bir sandalyeler topluluğundaki sandalyelerden birine oturmuş ve yanında tıpkı kendisine benzeyen adamla sohbet ediyordu. Şoförün biri “Çepni kalkıyor!” deyince, aceleyle çayının son yudumunu aldı. Sonra bardağın içine baktı ve biraz daha çay olduğunu fark edip uzunca bir yudum daha aldı bardaktan. Yanındaki adama hiçbir şey demeden veya onun elini sıkmadan minibüse bindi. Bu esnada etrafta Şevik’inkine benzer bir hareketlenme daha oldu ve tıpkı ona benzeyen adam ve kadınlar ellerindeki poşetlerle minibüse bindiler. Ben de bindim minibüse. Herkes dönüp bana baktı ama kimse bir şey demedi.

Minibüs hareket etti. Gözlerimde Şevik’teydi. Kimse kimseyle konuşmuyordu. Kimse içerideki çok kötü kokudan rahatsız oluyor gibi de görünmüyordu. Kısa bir süre sonra Şevik ayaklandı. “İnecek var!” gibi bir şey söylememişti. Bu tür hatlarda herkes, herkesi tanıdığı için böyle şeylere gerek yoktu. Minibüs durdu ve Şevik cebinden parayı çıkartıp şoföre verdi. İndi. Ben de indim.

Minibüs toz çıkartarak uzaklaştı. Şevik yüzüme bakıyordu. Benim kuracağım cümleyi bekliyordu. Kahramankazan tarihinde ilk kez yaşanmış olan bu olayın sebebini bir an önce duymak istiyordu.

“1960 YILINDA ÇEPNİ KÖYÜ’NDE DOĞDUM!”

Selamın aleyküm! Ben Şevik Çepnioğlu. 960 yılında Kazan’ın Çepni Köyü’nde dünyaya geldim. Anamın adı Hüsna, babamın adı Celal idi. Babam rençber ve amele idi. Biz üç biraderiz. Üçümüz de farklı işler yaptık. 2014 yılında SSK’dan emekli oldum. Üç çocuğum var Allah’a şükür. İki oğlum var. Çocuklarımın hepsini evlendirdim. Oğullarıma daire aldım. Kızımın dairesi de vardır çok şükür. Yedi torunum var çok şükür. Baran Bey benimle röpurtaj yapmak istediğini söyleyince kabul ettim. O da ekmeğinin derdinde ne de olsa. Şu hayatta kimseye yanlış yapmadım çok şükür. Bu röpurtajı vatana millete hayırlı olsun diye yapıyorum. Allah, devletimize, milletimize zeval vermesin. Şehitlerimizin rahmeti bol olsun.

Şevik Çepni’yi görüşmeye ikna etmek zor olmadı. Yapıcı bir yapısı vardı. Kimseyle zıtlaşmak istemez biri gibiydi. O gün bahçesinde iki saat, ertesi gün ilçedeki kahvede de iki saat olmak üzere toplam dört saat konuştuk. Sohbeti telefonumla kaydettim. Şevik Çepnioğlu’nun hayat hikayesini renkli değil ama ilginç buluyordum. Ne de olsa Türkiye’nin en mutlu adamı o idi.  

1960 yılında, o zamanki adıyla Kazan’ın Çepni Köyü’nde dünyaya gelmişti. İlkokulu köyde okumuştu. 1962 yılında babası Ankara’ya göç etmişti. İnşaatlarda çalışmaya başlamıştı. Ufuktepe’de Bağlum sınırında bir gecekondu inşa etmişti kendisine. Köydeki evini ve rençberliği de uzun yıllar beraber götürmüştü. Şevik, Ulus’taki Güven Matbaası’na 1972 yılında çırak olarak girmiş ve emekli olduğu 2014 yılına kadar da aynı yerde çalışmıştı. 1979 yılında, Kazan’ın Yukarı Cıngıllı Köyü’nden Fadimeana’yla evlenmişti. Fadimeana 1963 doğumlu idi. 1980 yılında büyük oğulları Ramazan doğmuştu. Bu sayede erkek çocuk sahibi olamama gerilimini hiç yaşamadı Şevik. Oğlu doğduğunda askerdeydi. Askerliğini Tuzla piyade okulunda ve Sivas Temeltepe’de yapmıştı. Son ay on başı olmuştu Şevik. 15 gün süren on başılık kursundan sonra, askerdeki son 15 gününü fiili olarak rütbeli yapıp, rahat etmişti. Askerden sonra Güven Matbaası’ndaki işine geri dönmüştü. 1984 yılında kendi gecekondusunu yapmıştı. Aynı sene küçük oğlu Fatih doğmuştu. 1986 yılında da kızı Gülnaz doğdu. 2012 yılında gecekondusunu müteahhite verip karşılığında iki daire almıştı. Daireleri oğullarının üstüne yapmıştı. 2014 yılında emekli olunca, Kazan’a taşınmıştı. Annesi ve babası uzun zaman önce ölmüşlerdi zaten. Diğer biraderleri Ankara’da kalmaya devam etmek istedikleri için köydeki evde Şevik’in tek başına kalmasına itiraz etmemişlerdi. Zaten durumları da iyiydi. Biraderlerinin eşleri memnuniyetsizliklerini sık sık dile getirseler de Şevik köydeki evde kalmaya devam ediyordu.

ŞEVİK VE SİYASET

Şevik’in Türkiye’nin en mutlu adamı olmasının en büyük sebeplerinden biri, oy verdiği her genel seçimde, oy attığı partinin birinci parti gelmesiydi. Tüm Kazan ilçesi 1950’den beri Halk Partisi’nin karşısında kim varsa ona oy veriyordu. Halk Partisi sadece 1973 ve 1977’de birinci olmuştu. O seçimlerde de Şevik’in yaşı oy vermeye tutmuyordu. 1983 yılından başlayarak her seçimde içgüdüsel olarak birinci olacak olan partiyi tutturuyordu. 1991’de Anavatan’ı bırakıp DYP’ye oy vermesi de, 1999’da ilk ve son kez Ecevit’e oy vermesi de içgüdüseldi.

Karısı Fadimeana, Şevik hangi partiyi işaret ediyorsa ona oy veriyordu. Çocukları da herhalde öyle yapıyorlardı. Şevik hükumetlerden her daim memnun olmuştu. Çalma konusunda, çalmayanın olmadığını düşündüğü için içi rahattı. Hiçbir zaman solcu olmamıştı. Bir solcu da tanımamıştı. Kuşcağız mahallesinde bazı Aleviler, Alevi Kürtler vardı. Solcu onlardı. Onlarla da dolmuşları farklı olduğu için hiç karşılaşmazlardı. 1977 yılında Güven Matbaası’nda basılan “Yürüyüş” dergisini bir karıştırmıştı. “Üç Olanak ve Türkiye Sosyalist Hareketi” başlıklı yazıyı biraz okumaya başlamıştı. Olanak kelimesinin tam olarak ne olduğunu bilmediği için yazıdan çabucak sıkılıp ve okumayı bırakmıştı. Solla hayatı boyunca tek tanışıklığı bu olmuştu.

Atatürk’ü severdi Şevik. Hiçbir şey yapmamışsa bile bu vatan için kurşun atmıştı. Çanakkale’de orduları yönetirken aylarca uykusuz kaldığı olmuştu. Kendi yemeğini Mehmetçik’e vermişti Atatürk. Vitrinin içinde bir Atatürk kartpostalı taşıdı uzun süre. 1981’de koyduğu, Kenan Evren’in kartpostalını ise 1995’te indirdi.

Alevilerle ilgili pek bir duygu ve düşünceye sahip değildi. Onların mum söndü oynadıklarına inanmıyordu. Küçük oğlu Fatih, bir Alevi kızını istemelerini rica edince, onunla uygun bir dille bu işin dinimiz açısından durumunu konuşmuş, oğlunu bu işten vazgeçirmişti.

Kürtleri sevmezdi Şevik. Bu konuda netti. Onların konuşmalarını beğenmezdi. Bu kavgacı, düzen bilmez, arsız insanları Ankara’da görmek istemezdi. Akraba ortamlarında sık sık “Her yer Kürt doldu.” derdi. Eskiden kimse Kürt falan bilmezken her şey ne kadar da güzeldi.

Emekli olunca Kazan’daki evinin vitrinine, Atatürk’ün kartpostalının yanına Sayın Cumhurbaşkanımızın da resmini asmıştı. Onu çok beğeniyordu. Adam gibi adam olduğunu düşünüyordu. Dünya liderlerine kafa tutması çok hoşuna gidiyordu. Kendisini ısrarla Ak Parti’ye üye yapmak isteyen akrabasına ise direniyordu. “Biz öyle şeyler bilmeyiz.” diyordu akrabasına. Tüm partiler onlarındı. Kim hizmet edecekse onu destekliyordu zaten.

ŞEVİK VE CİNSELLİK

Şevik için cinsellik çok önemli değildi. İlk cinsel deneyimini 1974 yazında köyde yaşamıştı. Amcasının oğluyla sırayla eşekle ilişkiye girmişlerdi. Şevik tam olarak yapılması gereken şeyi yapmamış, amcasının oğluna “Yaptım” diye yalan söylemişti. 1978 yazında dayısı Şevik’i Kazan’daki hemen hemen herkesin ilk yattığı olduğu kadın olan Köstü Hatice’ye götürmüştü. Odayı girince burnuna gelen domates salçası kokusu Şevik’i kötü etkilemişti ve bu yüzden ereksiyon olamamıştı Şevik. Köstü Hatice onun sönük organını görünce gülmüştü. Şevik çok utanmıştı ve koşarak evden kaçmıştı. Cinselliği bir türlü yaşayamazken mastürbasyon da yapmıyordu Şevik. Mastürbasyon yaparsa kör olacağını söylemişti matbaada çalışan, kendisinden büyük olan biri. İki haftada bir ihtilam olurdu. Kış sabahları boy abdesti almak çok problem oluyordu kendisi için. Çoğunlukla almıyordu. Zamanla pazar günleri banyo yapmadan önce tuvalette mastürbasyon yapmaya başladı. Dayısı Şevik’i evlenmeden bir hafta önce “derdini çözmek” için kerhaneye götürdü. Şevik odaya girmeden önce dayısı kadınla iyice bir konuştu. Dayısı kadınla konuşurken kadın Şevik’e bakıp bakıp güldü. İçeride Şevik yine ereksiyon olamadı. Kadın türlü türlü oyunlarla Şevik’in aletini kaldırdı. Şevik nihayet ilişki için hazırdı. Kadının içinde beş altı kere gidip geldikten sonra boşaldı. O boşaldığında kadın hala ona bir şeyler diyordu. Şevik durdu ve “Bitti.” dedi. Kadın konuşmayı kesti. Şevik hızlıca giyindi ve odayı terk etti.

Artık tecrübeliydi. Gerdek gecesi rezil olmayacaktı. Gerdek gecesinde karısı Fadimeana’yla sevişmediler. Ertesi gün de sevişmediler. Hiçbir şey söylemeden yatıyorlardı. Üçüncü gün seviştiler. İkisi de pek bir şey anlamadı. Şevik boy abdesti almaktan dönünce Fadimeana çarşaftaki lekeleri kendisine gösterdi. Şevik de “Tamam” deyip kafasını başka yana çevirdi. Haftada iki kere sevişmeye başladılar. Hep aynı pozisyonda, misyoner pozisyonunda sevişiyorlardı. Işıklar da hep kapalı oluyordu. Peygamber Efendimiz’in “Birbirinizin avret yerlerine bakmayın.” Hadis-i Şerif’inden dolayı bunu yapıyorlardı. Bir kadın cinsel organının neye benzediğini hiçbir zaman bilmedi Şevik. Kısa sürede Fadimeana hamile kaldı. Hamilelik belirtileri başlayınca sevişmeyi bıraktılar. Ondan sonra sadece çocuk yapmak için seviştiler. 1986 yılının 3 Mart gününden sonra bir daha hiç sevişmediler. Şevik yine iki haftada bir ihtilam olmaya başladı. Bir keresinde rüyasında halk müziği sanatçısı Gülsen Tutku’yla seviştiğini gördü Şevik. Onun arkasına geçmiş, belinden tutuyordu. İhtilam olunca karısı anlamasın diye boy abdesti almadan işe gidiyordu. Öyle günlerde çok az yemek yer, çok az su içerdi. Cinselliğe düşkün değildi Şevik. Hiçbir kadınla flört etmedi. Bir keresinde matbaaya gelen bir kadın sanki kendisine gülmüş gibiydi. Bundan ömrü boyunca emin olamadı Şevik. Bu tür şeyleri düşünmezdi. Namusuyla yaşamıştı ve yaşamaktaydı. Önemli olan buydu Şevik için.

ŞEVİK VE İŞ YAŞAMI

Allah Güven Matbaası’nın sahibi Ali Rıza Bey’den razı olsundu. Kendisini çok az görürlerdi. Şef Mahmut Usta işleri idare ederdi. Hiçbir zaman arzu ettiği zammı alamamıştı Şevik ama Allah’a şükür ne sahibi olduysa Güven Matbaa sayesindeydi. Bir gün memleketten hemşehrisi Bülent gelmiş ve kendisini Kızılay’da açılacak olan belediye tuvaletine bekçi olarak sokmak istediğini söyledi. Hem tuvaleti temizleyecekti hem de para kesecekti Şevik. Bu işte gözünü açarsa çok para vardı. Zaten bu, devlet kuşu gibi işi ona bulduğu için kendisinden aylık olarak bir meblağ istemişti Bülent. Şevik hayatındaki tek iş teklifini geri çevirdi. Bildiği işi yaptığı için memnundu Şevik.

ŞEVİK VE DİN

İyi bir Müslüman olduğu için her zaman Allah’a şükrederdi Şevik. Bunun karşılığında da Allah ona ekmek, bir aile ve hayırlı evlatlar vermişti. Oğullarını daire sahibi yaptıktan sonra namaza başlamayı nasip etti Allah kendisine. Daha önce bayram, cenaze ve Cuma namazlarını kaçırmazdı Şevik. Bunları çok severdi. Vakit namazlarını da elinden geldiğince kılmıştı. Bazen, daha doğrusu sık sık iş yerinde işler çok sıkışık olduğu için Cuma’ya gidemezdi Şevik. Ama yine de insanlara Cuma namazını kaçırmadığını söylerdi. Cenaze namazının da nasıl kılınacağını hep unuturdu çünkü çok az cenaze namazı kılınıyordu. Oğulları daire sahibi olunca beş vakit namaz kılmayı Rabbi kendisine nasip edince, karısı Fadimeana çok sevinmişti çünkü kendisi 1990’dan beridir beş vakit namaz kılıyordu. Şevik 2012’den emekli olduğu 2014 yılına kadar iş yerindeki namazları her zaman kılamadı. Emekli olunca namaz kaçırmamaya özen gösterdi. Köye yerleştikten bir süre sonra sabah namazlarına kalkmayı bıraksa da sonra tekrar başladı. Namaza başladıktan beş ay sonra ise sadece farzları kılmaya ve duaları etmemeye başlamıştı. Zaten güzel Rabbi kalbinden geçenleri biliyordu. 16 yaşındayken bir kere Ramazan’da oruçlu iken, iş yerinin mutfağında dayanamamış ve bir şeyler yemişti. O kaza oruçlarını da bir gün Rabbi kendisine tutmayı nasip edecekti nasılsa.

Şevik iyi bir Müslümandı ama Kazan’da artık epeyce görünür olmaya başlayan sarıklı, cübbeli adamlardan hazzetmezdi. Ona göre bu adamlar arsızlıklar yapıyordu ve çok güzel olan ülkemizin düzenini bozmaya çalışıyorlardı. Sayın Cumhurbaşkanımıza sonuna kadar güveniyor ve düzeni bozacak olan herkesin karşısına dikileceğini biliyordu.

Şu anda Şevik Çepnioğlu, Kahramankazan’da hayatını sürdürmektedir. Son kez 2019’da ihtilam olmuştur. Günü, köy camisi ve evi arasında geçmektedir. Karısı ile birlikte televizyonlarda kadın programları izlemektedir. Sonra da mutlaka TRT’den haberleri izlemektedir. Haberleri izledikçe mutluluğu artmaktadır. Haftada bir gün ilçeye inip, her zamanki peynircisinden peynir almaktadır. Bal ve tereyağını da aynı kadından almaktadır. Tavukları vardır ama malları ve davarları yoktur. Bu işler geçmiştir artık onlardan. 2018’de oğulları evin tamiratı için kendisine para gönderince bir kez daha böyle hayırlı evlatlara sahip olduğu için Rabbine şükretmiştir. Yazları torunları köye gelmektedirler ama kısa sürede sıkılıp gitmek için annelerine baskı yapmaktadırlar. Şevik köyde hiç sıkılmaz. Çok mutludur orada. Allah devlete millete zeval vermesindir. Çok şükür bu dünya nimetlerinden yararlanmıştır ve yararlanmaya devam etmektedir. Öbür dünyada hesabını veremeyeceği hiçbir şey yoktur. Çok şükürdür, çok şükür!

SON SÖZ

Kurmacamız bitti. Şimdi ben roman yazarı Baran Doğan olarak yazıyorum. Orhan Pamuk son romanlarından başlamak üzere, eski romanlarına da “Son Söz” yazmaya başladı. Orada birçok şeye açıklık getirerek eleştirmenlerin elini ayağını bağlamaktadır. Ben de yapayım. Basılmayı başarmış her romanın, roman olduğunu düşünüyorsam aynı şekilde basılmayı başarmış her öykünün de öykü olduğunu düşünmem gerekir. Bu yazdığım öykü Facebook’ta ve benim internet sitemde yayınlanacak. Olsun. Yine de yayınlanmayı başarmış olacak ve bir öykü olacak. Bu öyküyü neden yazdım? Şu anda bir roman yazma sürecindeyim. Bu çok zor ve uzun bir süreç. Kurmaca yaratmayı eskisi kadar kolay yapıp yapamadığımı görmek istedim. 2016 yılında, henüz romanlar okumaya başlamadan önce yedi, sekiz tane öykü yazmıştım. Bunları çok kolay yazıyordum. Aynı şeyi yapıp yapamadığımı görmek istedim. Yapabiliyormuşum. Ayrıca o dönemden çok iyi hatırladığım bir şeyi, yani “fictionizingasm” adını verdiğim şeyi yaşamak istedim. “fictionize” yani kurmaca kurmak ve “orgasm” kelimesinin son dört harfi harmanlanarak bu yeni kelime türetilmiştir. Kurmaca yaparken adeta büyülenirdim. Bu, anlatması zor bir duygu. Bu hikayeyi yazarken de aynı duyguyu hissettim. O öyküleri yazarken birkaç kişiye teknik bazı sorular sormuştum. Şu anda kendimi bu konuda yetkin hissediyorum. Dolayısıyla bunun bir “öykü” olmadığını kimse bana söyleyemez. Birazdan dilbilgisi hatalarını gözden geçireceğim. Buna rağmen çıkabilirler. Onları eleştirebilir birileri ama bu yazdığımın edebiyat değeri taşımadığını kimse öne süremez. Unutmayalım ki bir zamanlar roman, öykü falan yoktu. Birisi, birileri bir şeyler denedi ve bugünlere geldik. Ayrıca bu öyküyü dün bitirdiğim “Kafamda Bir Tuhaflık” sayesinde yazdım. Onu taklit etmek istedim. Ona bir saygı duruşunda bulunmak istedim. Yapmak istediğim buydu. Normal tip / enteresan tip düşüncem de imdada yetişti ve kendimi Şevik Çepnioğlu’yla baş başa buldum. Ve bu çıktı ortaya.     

Bu yazı Uncategorized kategorisine gönderilmiş ve ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.