“Kafamda Bir Tuhaflık” Roman Eleştirisi

İnsanlar romanlardaki gibi hayatlar yaşamazlar. Orhan Pamuk

İnsanlar ikiye ayrılırlar: normal tipler ve enteresan tipler… Baran Doğan

Romanda türlere inanmıyorum. Her yazar kadar tür vardır. Hakan Günday

Basılmayı başarmış her roman, bir romandır. Baran Doğan

Kentsel dönüşümde müteahhite değil bana inanın. Biz kentsel dönüşümde gönüllülük esasına göre çalışıyoruz. Tayyip Erdoğan

Yazar sayısı kadar tür yoktur. Basılmayı başarmış kitap sayısı kadar tür vardır. Baran Doğan

1543’te aldığımız şehirde, hala birileri bize yabancı muamelesi yapıyor. Tayyip Erdoğan

Orhan Pamuk’un “Kafamda Bir Tuhaflık” romanını okudum… Orhan Pamuk için yazının geri kalanında “Büyücü” kelimesi kullanılacaktır.

Büyücü’nün “Kafamda Bir Tuhaflık” romanını aslında, şimdilik okumayı düşünmüyordum. Kendisinin “Kar” romanını bitirmiştim 10 gün önce. İlk başlarda romana biraz yabancılık duygusu yaşamış olsam da sonra giderek ısındım romana ve zevkle okudum. B sınıfı Büyücü başyapıtları listeme koydum “Kar”ı. Eskisi gibi ortaokulda veya lisede çalışsaydım, “Kar”ı beğendiğimi söyleyemezdim çünkü ergen öğrenciler hemen “Ben de kar’ı severim hocam!” derlerdi. “Kar”ı sevdim, “Kafamda Bir Tuhaflık”ı ise çok çok sevdim. “Kar”dan sonra şimdi yaptığım gibi Bum’ın (Charles Bukowski) “Post Office”ine başlamaktı niyetim…

Fakat öğrendim ki (bağlaçla değil cümle, paragraf bile başlatırım Gorki Okuryazar), neyse fakat öğrendim ki Büyücü’nün her an son romanı çıkabilirmiş. O halde okumadığım son romanı olan KBT’yi okumalıydım. Çünkü fetiş yazarımın son romanı çıktığında kendisinin bütün eserlerini okumuş olmak istiyordum. 70’lerin, 80’lerin roman okuyucusu bu güzel duyguyu biliyordur. Benim gibi üç, dört yıldır roman okumaya başlamış olan birisinin ise bu duyguyu yaşaması imkansıza yakın. Bir kere aktif yazarlar içerisinde “fetiş yazarım” diyebileceğiniz çok az insan vardır, belki de yoktur. Ortalama dört senede bir roman yazan, 69 yaşındaki Büyücü’nün bir roman daha yazamadan başına bir şeyler gelmesi sürpriz olmaz. Dolayısıyla kitapçıya gideceğim ve belki de ilk ve son kez yaşayacağım bir duyguyu yaşayacağım.

NORMAL TİP VÖRSIS ENTERESAN TİP

İnsanları ne kadın/erkek, ne zengin/fakir, ne şişman/zayıf ne de emekçi/burjuva diye ikiye ayırırım. İnsanları normal tip ve enteresan tip diye ikiye ayırırım. Genelde çevremizde normal tipler görüyoruz. İnsanlar içinde yaşadıkları topluluğun normalleriyle kavga etmekten ziyade onları benimsemek eğilimindedirler çoğunlukla. Kavga etmeyi isteseler bile kavganın sonuçlarından ürkerler ve kavga etmezler. Taviz verirler. Çünkü yalnızlaşmamak onlar için savunduğu gerçeklerden daha önemlidir. İnsanlar genelde yalnız kalmakta korkarlar. Evrimsel geçmişimizin yüzde 99’una tekabül eden, yerleşik yaşam öncesi dönemde yalnız kalmak direkt ölmek anlamına gelir. Yüzde 1’e gelen dönemde ve de özellikle bu dönemin son dönemlerinde yalnız kalmak stres ve bunalım demektir. O zaman krala çıplak demek tercih edilir.

Enteresan tipler daha çok orta ve üst sınıflardan çıkar. Yani kendisine sunulanı, yadırganmak pahasına bile olsa aşmaya çalışan, ilgilendiği şeyin peşinde cesaretle giden insana enteresan tip denir. Uyumsuz olandır o. Bunu bilinçle de yapabilir, öylesine de yapabilir. Alt kesimlerden enteresan tip pek çıkmaz. Mesela bütün halk ozanları enteresan tiptir. Bazen koskoca blokların arasında gecekondusunu satmayan inatçı birileri görülür. İşte onlar da halk arasında olup da enteresan tip kategorisine girer. Bir bozacının bütün hayatının anlatıldığını bildiğim roman ben de başlamadan bıkkınlık duygusu uyandırmıştı. Bir bozacının romana konu olabilecek şeylere düşünemeyeceğini veya yaşayamayacağını düşünürdüm. Genelde de bütün bozacılar, berberler, tezgahtarlar, inşaatçılar, manavlar normal tiplerdir. Ama çıktı mı çıkıyor işte.

ANTİ-KAHRAMANIN ANTİ’Sİ

Roman kahramanı, Mevlut Karataş bir anti-kahramanın anti’si… 1957’de Beyşehir’de doğup, 1969’da İstanbul’a gelen Mevlut bir enteresan tip. Esasında dışarıdan bakınca halk insanlarının çok küçük bir bölümüne denk gelen “güzel” bir insan ama yine de bozacı bozacıdır diye düşünür herkes. Öyledir. Bozacı bozacıdır. Ama her enteresan tipin çok iyi bildiği üzere, kendisini bildiği andan itibaren kafasında bir tuhaflık var. Eğer zihinsel faaliyet ölçülebilen bir şey olsaydı, enteresan tipin “düşünme” birimi, normal tipinkinden iki kat fazla olurdu. Mevlut da sürekli düşünüyor, düşünüyor, düşünüyor. İstanbul’a geldikten sonra kendisinden beklenen hayatı bir türlü yaşayamıyor, yaşamıyor. Bir antika olarak doğuyor, büyüyor ve yaşıyor. Anti-kahramanlar fena karakterlerdir. 18. Yüzyıldan önce kurmaca eserler kahramanlarla ilgilenirlerdi. Bu yüzyıldan sonra kurmaca eserler yoğun olarak anti-kahramanlarla da ilgilenmeye başladırlar. Gogol’un “Ölü Canlar”ında “Artık sıra alçak adamı anlatmada.” yazar. İşte o alçak adam, anti-kahramandır. Mevlut bir alçak adam değildir. Eskisi gibi kahraman da değildir. Fakat enteresan tiptir, antika adamdır. O halde anti-kahramanın anti’si diyebiliriz kendisi için. Roman boyunca başına öyle şeyler geliyor ki… Ama o antika düşüncelerden, hep yanlış davranmaktan bir türlü sıyrılamıyor.

İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ

Bir tartışmada Büyücü’nün Nişantaşı’ndan başka bir yeri tanımadığını söylemişlerdi. Oysa “Kırmızı Saçlı Kadın” romanında da KBT’de de görüldüğü üzere İstanbul’un her yanını çok iyi tanıyor. “Kara Kitap”ta anlattığı Zeytinburnu bölümleri de geliyor aklıma. Zaten anılarında sürekli gezdiğini okumuştuk. Neyse, bu romanda adeta bir İstanbul ansiklopedisi görüyoruz. “Cevdet Bey ve Oğulları”nda 1900’lerin başından alıp 1970’lerde bıraktığı işi tamamlıyor adeta… Her romanda biraz yapsa da, bu iki romanla İstanbul’un yüz yıllık dönüşümünü bir belgeselci titizliğiyle aktarıyor. Evet, Büyücü’nün titizliği gerçekten göz kamaştırıyor. “Benim Adım Kırmızı”da titiz çalışma olduğu düşünülür daha çok. Doğrudur da ancak bu iki romandaki titiz çalışmalar da göz kamaştırıcıdır. 70’lerle başlayan gecekondulaşma sürecini yıl yıl, ay ay anlatıyor. O mahallelerde neler olmuş, neler bitmiş, çok doyurucu bir şekilde öğreniyoruz. Sadece bu yeni gettoları değil, Tarlabaşı’nın başına da neler geldiğini yıl yıl, ay ay öğreniyoruz. Dediğim gibi bir ansiklopedi, bir belgesel.

YILLARDIR BİR ROMANI BİTİRMEYE ÇALIŞIYORUM.

Böyle demiştir Büyücü. Hayatı boyunca bir romanı bitirmeye uğraşacağını düşünmektedir. Gerçekten bütün romanları birbirleriyle bağlantılıdır. Bazıları “Kara Kitap” ve “Yeni Hayat”ta olduğu gibi direkt bağlantılıdır. Diğerleri de az ya da çok bağlantılıdır. Cevdet Bey’in oğulları, ve romancı Orhan Pamuk “Masumiyet Müzesi”ndeki düğünde karşımıza çıkarlar örneğin. “Sessiz Ev”deki tarihçi “Beyaz Kale”yi araştıran kişidir. Firdevsi’nin Şehname’si ve Oidipus Kompleksi “Kırmızı Saçlı Kadın”da karşımıza çıkar. KBT de direkt CBVO’nun devamı niteliğindedir. Bütün romanları bir şekilde iç içe geçmiştir. Aslında bütün yazarları kronolojik sırayla okumak gereklidir. Tabii bütün eserlerini okuyacaksanız! Zira herkesin her eserini okumaya gerek yoktur. Hayat bu kadar uzun değildir ama bazılarının bütün eserleri okunabilir. Bence Büyücü öyle bir yazardır. O halde onu kronolojik sırayla ve art arda okumak çok isabetli olacaktır. Bunu kimsenin yapmayacağına eminim bu arada. Neyse, bu yazıyı okuyan ve Büyücü’nün fetiş yazarı olacağını sezen birisi varsa, o bari bu 10 romanı kronolojik sırayla ve art arda okusun…

TEKNİK

Büyücü’nün özellikle ilk romanlarında bariz teknik hatalar vardır. Bu son romanlarında bunlar görülmüyor. Dikkati dağıtacak kadar uzun cümlelere ise ben hiç rastlamadım. Veya şöyle diyeyim, Büyücü’nün hiçbir kitabında herhangi bir cümlenin anlaşılmayacak kadar uzun ve karmaşık olduğunu düşünmedim. Belki “Kara Kitap”ta bir iki tane deneysel paragrafta vardır bu. Onun dışında “sürükleyicilik” Büyücü’nün karakteristik özelliğidir. Ben sürükleyicilikle arası çok iyi olmayan bir insanım üstelik! Bir röportajında romanlarını içgüdüsel olarak yazdığını ve daha sonra bunların post-modernizm denen akımın özelliklerine uyduğunu söylemişti. Üniversiteden hatırladığım kadarıyla “Fiction is fictitious.” şeklinde bir şiar vardı. Yani romanın gerçek taklidi yapmaktan vazgeçmesi ve kurmaca bir şey olduğunu okuyucuya hatırlatması gerekir. Kendisi de bunu amaçlamıştır. Hatta bu  olay onun büyücülüğünün en önemli yanlarından biridir. Yazar Orhan Pamuk karakteri sık sık karşımıza çıkar. Elimizdeki metnin aslında bir kurmaca olduğunu sık sık hissederiz. Cesaret isteyen bir tutumdur açıkçası. Klasik anlatım tarzının hazır çok sayıda okuyucusu varken bunu tercih etmek ve altından başarıyla kalkmak iyi bir şey olsa gerek. Bu romanda da karakterlerin araya girip demeç verir gibi bir şeyler söylemesi deneysel bir şey. En azından Türk edebiyatı için, benim bildiğim kadarıyla… Bu demeç gibi olan bölümlerde romanı olduğundan daha da ilginç kılan ayrıntılar var. Beğendim çok.

Orhan Pamuk’u neden bu kadar sevdiğimi anlayamayabilir bazı arkadaşlarım. Her ne kadar Nobel ödüllü bir edebiyatçı olsa da sevmeyeni de çoktur kendisinin. Sanırım zengin biri olması ve siyasi anlamda sık sık radikal çıkışlar yapması kendisini harlandırıyor. Ben kendimi ona çok benzetiyorum, belki de sevgimin sebebi budur. Otobiyografisini okudum. Sayısız röportajını okudum. Ben de tıpkı onun gibi iç gerilimi hiç bitmeyen biriyim. İç barışı, iç huzuru olmayan biriyim. Ama tıpkı onun gibi ve de hayret bir şekilde, çok mutlu biriyim. Ona olan takıntılı sevgimin sebebi bunlar olabilir.

Not 1: Yazım yanlışlarına bakamayacağım.

Not 2: Belki de bu yazıyı yayınladığımda Büyücü’nün Toy Story 3 filmindeki Ayı Latso karakteriyle bir fotoğrafı çıkmıştır. Olsun yine de fetiş yazarım.

Alakasın Not: Zonguldak’ta Sendika Camii var.   

Bu yazı Uncategorized kategorisine gönderilmiş ve ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.