Bizden nefret etmiyor, baksana elimizi yalıyor


Köpeklerin dostluğu benzersizdir. Ben bu duyguyu çok az tattım çünkü köpek fobim var ama tattığım anlar dediğim gibi benzersizdi. 

Bu tema üzerine çekilmiş ciddi film sayısı azdır. Şu anda gösterimde olan 2014 tarihli Macaristan filmi “Feher iste/Beyaz Tanrı” dikkat çekici bir performansa sahip.

Bu yüzden kendisine Cannes’da “un certain regard/belirli bir bakış” ödülü verildi. Bu ödülü, büyük ödül veremedikleri ama dikkat çekmek istedikleri filmlere veriyorlar. Yani boş film değil.

Bazı filmlerin afişleri sizi hemen tavlar. O afiş sayesinde filmi izlemeden filmle bir bağ kurarsınız. “Feher iste”nin afişini görünce bende de bu gerçekleşti. Korkuyla karışık köpeklere olan sevgimi harekete geçirdiği için filmi görmek istedim.

Sonuçtan pişman değilim. Dediğim gibi dikkat çekici bir performansa sahip, yaratıcı bir film.

Filmin baş rolünde bir köpek var. Macararistanlı 13 yaşındaki Lili’nin annesi Avustralya’ya gidince Lili’yi ve köpeği Hagen’i boşandığı eşine emanet ediyor. Daha ilk dakikada baba köpeğe karşı bir rezerv koyuyor. Kızının köpekle kurduğu derin bağı anlamakta zorlanıyor. Bunun üstüne belediye görevlileri köpekten dolayı ceza kesmeye yeltenince baba irade koyuyor ve köpeği yolun ortasında bırakıyor.

Bu andan itibaren film yeniden başlıyor. Bencilliği, sevgisizliği ve iki yüzlülüğü dayatan toplumsallığın hayvanlar dünyasındaki yansımasını izliyoruz artık. Hayvanlar da ezilenlerle aynı yasalara tabiler. Her şeyin metalaştırıldığı, kar dışında hiçbir şeye değer vermeyen bu düzen hayvanlara da aynı yaklaşıyor. Bu yasalarda örgütlenip mücadele etmek de yazıyor tabi. Hange önderliğindeki köpekler örgütleniyorlar ve mücadeleye girişiyorlar.

Bence filmin en büyük başarısı, köpeğin bakış açısını hissettirmeyi başarmasıydı. Böyle bir şeyi asla algılayamayız ama filmin başka bir canlının bakış açısından aktarıldığı bence tartışmasızdı. Tıpkı en az onun kadar başarılı 1988 tarihli “L’ours/Ayı” adlı film gibi. Köpeğin naifliği de dostluğu da hiddeti de seyirciye hissettirilmişti. Bu yüzden de iyi bir film. Temposu, sürükleyiciliği, özgünlüğü ayrıca belirtilmeli. Budapeşte’nin merak uyandıran silüeti de filmde ayrıca bir karakter gibi.

Bu film akıllara mutlaka Alfred Hitchcock’un “The Birds/Kuşlar”ını getirtiyor. Bir grup hayvanın bir yerleşim merkezini işgal etmesi teması dışında pek bir ortak noktaları yok. Hitchcock’un ilgi çeken ve biraz zorlama olan, önemli bir sanatçının artık devrinin geçtiğini bize hüzünlü bir şekilde hissettiren bu filmini de anmış olalım.

“Feher isten”: gönül rahatlığıyla tavsiye ediyorum.

Bu yazı beyaz tanrı, feher isten, white god kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.