KADİR TAŞDELEN İLE BİR KÜLTÜR GEZİSİNİN ARDINDAN…

Geçen hafta, ünlü yaşam uzmanı Kadir Taşdelen ile bir günlük bir Bursa gezisi yaptık. Bu, hem bir kültür gezisiydi hem de gastronomi turizmi. Bu gezinin izlenimlerini paylaşmak istiyorum.
Bu yazıda neler olacak?
Yazının ilk amacı yaptığımız gezinin notlarını aktarmaktır. Sonra insanları kültüre, tarihe ilgi duymaya yönlendirmektir. Derin AKP eleştirisi de olacaktır. Bir takım nitelikli goygoylar ve sadece ben ile Kadir’in anlayabileceği Kadir’e dokundurmalar olacaktır.
Bir insansın hem adamın/kadının dibi olduğunu düşündüğünüz aynı zamanda da ona gıcık olduğunuz oldu mu?
Hayatımda böyle biri var.
Kadir Taşdelen ile ilgili düşüncelerim böyle. Gıcık oluyorum çünkü hiçbir konuda anlaşamıyoruz.
Kendisiyle iki sene önce tanıştık. 10 yaş küçük benden bu arada. Bizim okulda ücretli öğretmen olarak işe başladı. Ataması yapılmamıştı henüz. Bu arada kendisi Rizeli. Bazı coğrafyaların, insanları üzerinde aşağı yukarı bir standart bıraktığı doğrudur. Örneğin bir Dersimliyle kolay kolay siyasi tartışma yapamayabilirsiniz, sıklıkla. Bunun gibi…Bugüne kadar “normal” bir Rizeli de görmedim.
Kadir ile tanıştığımızda ben sekterdim. Dünyanın, siyasi olarak, benim etrafımda döndüğünü düşünüyordum. Benim dışımda kim ne yapıyorsa boşuna uğraşıyordu. Artık sekter değilim. Her şeyi değilse de hala çok şey bildiğimi düşünüyorum bu arada.
Kadir ise o zamanlar liberal, demokrat biriydi. Zaten telefonumda Kadir YAE diye kayıtlıdır.
Ta ki Apograd’a öğretmen olarak atanana kadar…
Lice’ye yani dünyanın en politik yerine.
O havadar yere gitti ve geldi.
Değişti.
Bu şekilde çok ender olarak telefonda, daha sık olarak sanal alem üzerinden çoğunlukla goygoy olmak üzere diyaloğumuz devam etti. Bu arada bu ekipte Murat Bekar da olmasına rağmen, genelde etkinliklere katılamıyor. Hem yoğun olması hem de kuul biri olması bunda etken.
Ne yapak ne edek dedik? Yakınlarda bir yerlerde yer alan hem tarihi hem de ilginç yiyecekleri olan bir yer bulalım dedik. Burası ya Edirne’ydi ya da Bursa’ydı.
Sabah karga kahvaltısını yapmadan buluştuk ve yola koyulduk. Kadir, sigara içmemesine rağmen ortamlarda sigarayı ağzına alıp, içiyormuş gibi yapmaya bayılıyor. Bu da beni deli ediyor. Yalnız üniversite mezunu olup da sigaraya başlayanlara hep hayret etmişimdir, eğer Kadir başlarsa gülerim, şimdiden söyleyeyim.
TSİRA
Geceden iki tane sidi yapmıştım. Kendi zevkime göre, biraz aceleyle doldurdum bu sidileri. Sidideki parçalardan biri Kazım Koyuncu’nun söylediği “Tsira” adlı Gürcüce parçaydı. Daha önceden bildiğim, beğendiğim bir parçaydı zaten fakat bu gezi boyunca bizi dağladı resmen. Yüz kere falan son sesle dinledik. Bu kadar güzel olduğunu bu gezi esnasında fark ettik. Yorum bölümünde bulacaksınız parçayı.
Yolculukları çok severim. Özellikle ilk defa yapılanlarını. Yolculukların gidiş kısmı ne kadar zevkli ve heyecanlı ise dönüşü de aynı oranda sıkıcı ve kasvetlidir benim için. Bursa’ya gidiyor olmak da böyleydi.
Kadir ile nedendir bilmiyorum yan yana gelince beş dakika sonra mağmaya iniyoruz. Uzun süre orada kalıyoruz. Yine öyle oldu. Karamürsel civarlarında “Tsira” başlayınca kurtardık kendimizi mağmadan. Körfez’den dolaşmayı seçtik çünkü daha ekonomik ve de manzara seyrede seyrede gitmek hoş. Bu arada Körfez üzerine köprü yapıyorlar. Geçiş fiyatının 100 TL olacağı söyleniyor. “Adamlar” yiyor ama çalışıyor (a.y.s.i). Türkiye, bu kadar yolu köprüyü hükümetsiz de yapabilecek kadar büyük ve önemli bir ülkedir.
Bursa’ya inerken bir benzincide ihtiyaç molası verdik. Kadir bir takım ilginç çikolatalar aldı. Ben yemeyi reddettim çünkü işin bir yönü de gastronomi turizmi idi. Çikolata gibi şeyler benim iştahımı kapatır kısa süreliğine. Oysa on dakika sonra “Kebapçı İskender” de olacaktık.
KEBAPÇI İSKENDER
Burayı hayranı olduğum Vedat Milor’un blogundan buldum. Küçük ve salaş bir yer. Önünde sıra oluyor ve 19.00 gibi kebap bitiyor. 12 gibi gittik ve sıra yoktu. Tek iskender ve şıra söyledik. Geldi. Kadir resim çekti. Resim çekilmeli ökey ama kendisini etiketlemek için çok vakit harcadı. Ben yumulmuştum. Hayatımda yediğim en iyi iskender diyebilirim. Yani misyon yerine getirildi. 23 lira olan tek iskenderin biraz az geldiğini belirtmem gerek. Bir buçuk yenmeli ve annemizin nikahını orada bırakmalıyız.
OSMANLI DEVLETİ
Sonra gezi başladı. Osmanlı boyunun ilk devletleşme adımlarının atıldığı yer Bursa. Bunun izlerini görüyorsunuz. O ilk dönemler için devlet örgütlenmelerine gitmeleri tarihin tekerleğini ileriye doğru döndürdükleri anlamına gelir. Dağınık, örgütsüz, göçebe bir topluluğu örgütlü bir hale getirmiştir. Sonrasında yaşanan yozlaşma, çürüme ve gericilik ilk dönem Osmanlı beyliğinde görülmez diye düşünüyorum. Bu yerleşikliğin en önemli izi Ulu Cami olmalı.
İktidarlar kent meydanlarına önem verirler. Oraya ideolojik sembollerini yerleştirirler. Tayyip’in Topçu Kışlası sevdası sadece bir AVM ve rant hevesi olarak düşünülmemeli. Veya şu anda Çamlıca tepesine dikilen devasa cami de böyle bir şeydir. O caminin 10’da biri bile dolmayacak hiçbir zaman. Çevresinde insan yok ama ideolojik şov işte. “Hayır öyle değil, ihtiyaç” diyen çıkacaktır. Burası Türkiye.
Ulu Cami gezdiğim camiler içerisinden en etkileyici mimariye sahip olanlardan biri diye düşünüyorum. Caminin ortasındaki “fışkiye”yi yadırgadığımı söylemeliyim. Bu arada İslam dininde resim ve heykelin yasak olması (öyle değil diyenler çıkar mı) büyük bir eksi point. Kiliselerde çok estetik resim ve heykeller görebiliyorsunuz ama camilerde sadece yazılar görüyorsunuz. Bana ne ya…
1920’li ve 30’lu yıllarda bütün önemli şehirlerin meydanlarına dikilen Atatürk heykellerinden biri de var Bursa’da. Atlı olanından. Sofya’daki “özgürleştirici çar” heykeline bunların çok benzediğini belirtmiştim. Bursa kent merkezi bir sürü tarihi çarşı, cami ve türbe dolu. Meraklısı için bir hazine.
TELEFERİK
Sonra teleferiğe gittik. Uludağ’a çıkacaktık. Gidiş dönüş 30 TL. Biraz pahalı ama Bursa’ya gidip de teleferikle Uludağ’a çıkmazsanız çok şey eksik kalır. İşte yükseldi. Yükseklik korkunuz varsa uzak durun. Bir ara şehre tepeden bakıyorsunuz. Yeni yapılan stadyum çok görkemli olacak bu arada. Sonra sis başladı ve şehir görünmez oldu. Hala çıkıyoruz. Bir yerde durdu. Orada yeme içme tesisleri var. Bu arada bütün Ortadoğu sanki Bursa’ya akmış gibiydi.
Sonra ikinci durak yani oteller bölgesi. Zeki Ökten’in “Boşver Arkadaş” filmi geldi aklıma. Ne denebilir ki…Burjuvazi işini biliyor…(b.f.o.k.p.s)
YEŞİL TÜRBE
Sonra Bursa ile ilgili kart postallarda hep gördüğümüz Yeşil Türbe’ye gittik. Bu, gerçekten çok etkileyici bir mimari eserdi. Çiniler çok iyiydi. Üzerinde epeyce bir emek harcanmış, belli.
Saat altı olmuştu. Kadir’e onu Galatasaray-Atletico Madrid maçına yetiştireceğime dair söz vermiştim. O saatte çıksak, yetişemeyecektik. Yolda bir benzinlikçide şanssımızı deneyecektik. Kalmaya karar verdik.
Bu ani bir karardı. Kalacak gibi hazırlıklı değildik. İkimizin de tek ihtiyaç duyduğu şey yeni bir çift çoraptı. Bir liraya plastikten çorap aldık.
OTELLER
Otellerle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Ben otellerde kalmayı çok severim ve de bir otelde de yaşayabilirim. Temizlik derdi yok. Temizlik mi dediniz? 100 liraya dabıl rum tuttuğumuz otel temiz miydi?
(Gürkan sadece üç noktadan oluşan bir paragraf olur mu? Daha da bir şey demiyorum anlamında?)
Görünürde her şey temiz gibiydi ama banyoda esmer kadın saçı yerde de kumral kadın saçı gördüğümü belirtmek istiyorum.
Öğretmenevi’ni de aradık ama dört kişilik oda varmış bir tek. İlerleyen saatlerde odaya tanımadığınız insanlar gelebilir. Bu tür barınmaları hiç sevmem. Askerde orduevinde böyle bir iş yapmıştım. Bir keresinde de bir öğretmenevinde. Yurtdışındaki hostel mantığı yani. Girilen zoraki diyaloglar, gelen kişinin sağcı çıkma ihtimali. İşin yoksa uğraş dur. Senin elini, yüzünü yıkadığın lavaboda abdest alması falan yani onun ayağından suların lavaboya sinmesi ve…Kim kime saygı duymalı? Yurtdışı için airbnb.com’dan bahsetmiştim bir iki yazıda.
Sonra çıktık dışarı. Kadir vafıl yiyeceğim diye tutturdu. Bir gün tatlı bir şeyin bana aşırı tatlı geleceği aklıma gelmezdi. Vafıl böyle. Sevmiyorum. Aynı şekilde Eti Tutku da sevmediğim tek püsküüttür.
Kadir vafılı yedi, ben çayı içtim. Maç saati geliyordu. Biraları ve çiğ köfteleri alıp (bir de kaju) otelin yolunu tuttuk. Maç başladı. Telefonu kapatmıştım şarj lazım olur diye. Telefonu açtığımda telefonun yine Flash TV’ye döndüğünü gördüm. Facebook iletileri, mailler, mesajlar, Kelimelik hamleleri. Maçın ilk yarım saatine odaklanamadım. Bu arada Kadir kafayı yemek üzereydi.
HEEYYYOO
En komik bulduğum seslerden biridir. Türk takımları veya milli takım yabancılarla maç yaptıkları zaman bu takımları tutmuyorum. Çünkü bu durumlarda milliyetçilik yeniden ve yeniden üretiliyor. Yabancı düşmanlığı tavan yapıyor. Türk takımları maç yaparken tezahürat vardır. Yabancı köy takımının aslında tesisatçı olan sağ açığı yürüye yürüye gelir ve tıngır mıngır bir orta açar. Milyon yüroluk kaleci boşa çıkar ve arkada öylesine bekleyen, asıl mesleği muhasebecilik olan forvet düşerken top sırtını çarpar ve gol olur. O esnada tezahürat susar ve yabancı oyuncuların ince sesiyle bi’ “heyyyooo” diye bağırdıkları duyulur. Bu sese hastayım…Erman Toroğlu’nun bir yorumunu hatırlıyorum “ah o tesisatçı yok mu o tesisatçı!”
Bu arada gece Kadir için bulduğum eşek şakasını yine yaptım. Bu şaka sosyal medya üzerinden yapılan sanal ama zararsız bir şaka. Bayağı kızdı bu sefer. Çünkü beni sarhoş zannediyordu.     
Ertesi sabah erkenden yola çıktık. Çünkü beşten önce İstanbul’da olmalıydık. Beni Gürkan Candan aramıştı ve bir etkinliğe davet etmişti. Hala spoiler veremiyoz mu amcaolu? Kadir’in ise bir işi vardı.
Yolda giderken İznik’e kaykılıp kaykılmamayı “moda göre” diye konuşmuştuk. Tabela gelince kaykıldık tabi.
İZNİK
Daha önce bir kadına yazılırken, yatırım olsun diye onu İznik’e götürmüştüm. O yüzden orayı biliyorum ama çok güzel bir yer olduğu doğrudur. İnince hemen Ayasofya’ya gittik. İznik konsülünü duydunuz mu? “İncil bozulmuş bir kitaptır…” Müslümanlar buna inanıyor. İncil denen kitap bir “tanrı, ayet, elçi” gibi bir kitap değildir. Dört tane bilinen insanın İsa’nın hayatını anlattığı versiyonlardır. Birbirlerine de yakındırlar. İşte bu seçim bu Ayasofya’da yapılmıştır. Dört, beş sene evvel burayı tekrar cami yaptı AKP iktidarı. Bu kadar önemli bir mekanı, hiç gerek yokken, cami yapmak ideolojik bir adımdır ve çok çirkindir bana göre. Yani “vülgerlik” nedir diye sorarsanız, işte budur diye örnek gösterebilirim.
Selçuklu, Osmanlı meydanını da kısaca gezdikten sonra geldik…
KÖFTECİ YUSUF
Çok iyiydi. Mutlaka denenmeli. Üstelik dünyanın en ucuz köftesi. Tek prosiyon, ki gayet doyurucu, 10 TL. Eti dişlediğinizde sanki kızgın kumlardan soğuk sulara atlıyormuş gibi oluyorsunuz. Yanındaki piyaz, manda yoğurdu, kaliteli ekmek gibi ekmek de cabası. Tatlılar tırt ama.
Sonra İznik gölünün muhteşem manzarası.
İznik kısa sürede bitiyor zaten. Dönüyoruz. Dönerken Karamursel sapağından sağa sapılmalı. Hem tepeye çıkıp muhteşem manzaralar görüyorsunuz hem de köy yollarından gittiğiniz için etrafta izleyecek çok şey oluyor.
O da ne?
Karamürsel Belediyesi dağın tepesine öyle bir tesis yapmış ki o kadar olur. Manzara anlatılmaz. Körfez ve inşa edilen köprü aşağılarda bir yerlerde. Çardaklar, masalar, sandalyeler…Orada bir bira içmek ne güzel olurdu ama belediye tesisi diyorum ve susuyorum.
Bu tesislere günü birlik bir gezi bile düzenlenebilir.
Yola koyulduk. Körfez etrafında çok trafik ışığı var. Hemen hemen hepsine yakalandık. Dolayısıyla ben Gürkan Candan’ın etkinliğine, Kadir de kendi işine geç kaldı.
Sarıgazi’de bir çay molası verdik ve ayrıldık.
Araba toplam 100 lira yakıt yakmıştı. Paylaştık. Bu arada gezi boyunca bir ortak bütçe oluşturup bütün harcamaları oradan yaptık. Alman usülünün daha samimi olduğunu düşünmüşümdür. Birisine bir şey ısmarlamanın samimiyet belirtisi olması için insanların durumlarının aşağı yukarı eşit olması lazım. Ama Türkiye’de böyle hiç değil ve de hesap ödeme anı geldiğinde insanlar anlaşılmaz, tuhaf ve biraz da rahatsız edici bir şekilde “pehlivan” kesiliyorlar. “Valla olmaz, ölümü öp”…Bu durumlarda rahatsız olurum hep. O yüzden ortak bütçe ve kasa başında psikolojik harp yaşama derdine son. Ve evet, “bana hesabı ödeten erkekle işim olmaz” diyen kadınların olduğu doğrudur. Aynı şekilde “benim olduğum yerde kadın hesap ödeyemez” diyen erkekler de vardır. Bunların bil milyon yıl önce Norveç kütüklerinden evrildiği düşünülüyor.
Böyle bir geziydi işte. Verimli, öğretici, goygoy potansiyeli doyurucu, dostluk pekiştirici
Yazıyı bir buçuk saatte yazdım. Yazım yanlışlarını kontrol edemeyeceğim.
İyi günler.
Amcaolu, umarım bu yazıda yanlışım olmamıştır. Olmuşsa da napalım “foşik devlet bize bokmir, bizi yetiştirmiir”.

Bu yazı kadir taşdelen, kişiler kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.