Televizyon İzleyiciliği Kariyerim

Aptal kutusu! Anonim

Burjuvazinin, işçi sınıfının uyanışını engellemek için onlara yönelttiği bir silah! Anonim

“Günlüğüme aylar oldu bir şey yazmadım. Yeni yayın dönemi başladı ve bitiyor bile.” 1991, Baran Doğan

Televizyon halkların ayfonudur. Utku Kayan

“Televizyonsuz olmuyor amcao’lu. Gidip de bir televizyon alam!” Gorki Okuryazar

Yandaş tvlerden veryansın ettiler
Rüşvet alıp, kul hakkı yediler
Cingöz Oğlan der ki bu böyle gitmez
Devran döner hesap sorulur

Halk Ozanı Ümit Cingözi

1991 yılında yazdığım günlüğüme bakılınca hayatımı televizyona göre ayarladığımı görüyoruz, o halde televizyon ile ilgili geçmişimi yazayım. GO ve ÜC için nicedir nostalji yazısı yazmıyordum zaten.

Evet, televizyon izlemeyi çok severdim. Bu benim sosyalleşmemi bile etkiledi. Sokaktaki hayal gücü kısırlığını televizyon sayesinde bertaraf ediyordum. Bazı çocukları yaşıtlarıyla anlaşamazlar. Onlardan daha geniş bir hayal dünyaları vardır. Ben de onlardan biriydim ve mahalle arkadaşlarım bana futbol dışında pek bir şey sunamazlardı. 13 yaşımdayken grubumu mahalleden Kızılay’a kadar yürüyerek gidip gelme projeme ikna etmiştim (toplam altı saat sürüyordu) ama onlar bu çılgın projeden aslında hiç de heyecan duymuyorlardı ve “Kıllandırmayalım manyağı!” diye düşünerek kabul ettiler. Sıkılarak ve yorularak geziyi tamamladılar.

Oysa televizyon öyle miydi? Neler yoktu ki orada! İlkokul çocuklarının klişle ve sıkıcı oyunlarından ve ritüellerinden çok daha farklı, büyüleyici, heyecan uyandırıcı, adrenalin uyanırıcı şeyler vardı. Aşıktım resmen tvye…

İlk nerede ve ne zaman televizyon izledim? 1984, 85 yılları olmalı. O dönemde Ankara’nın bir gecekondu semtinde akrabalarımızla yan yana yaşıyorduk. Onların televziyonları vardı, bizim yoktu. Her cumartesi Türk filmi kuşağı vardı. Tv izlerken uykumuz gelmesin diye gündüz uyurduk. Bir Cüneyt Arkın filmi denk gelirse bizden mutlusu olmazdı. Malum, Ömer Kavur Türk sanat sinemasını “Anayurt Oteli”yle kurmadan önce, Türkiye’de filmler yönetmenine göre değil oyuncusuna göre sınıflandırılırdı.

Bu filmler içerisinde “Canım Kardeşim”i, “Gecenin Sonu”nu (Tarık Akan, Ahmet Mekin 15. sınıf avantür), “Şaşkın Damat”ı, “Battal Gazi’nin Oğlu”nu izlediğimi çok net hatırlıyorum.

Sonra bir gün bir komşu bizim eve kendi televziyonunu getirdi. O zamanlar kasırgalar estiren “Köle İzaura” dizisini izlemek için… Diziden önce Zonguldakspor- GS maçının özetini izlediğimi hatırlyorum. Maçkolik’e göre 12 Mayıs 1985 tarihinde oynanmış bu maç. Birkaç hafta sonra da biz televizyon satın aldık.

Görselde görünen Beko Hitachi marka televizyonu aldık. Sekiz kanallı idi. Renkli tv Türkiye’ye 1984’te gelmiştir. Biz de direkt renkli tvye geçmişiz.

Artık benden mutlusu yoktu. Her şeyi izliyordum. Anıtkabir’deki törene kadar tvnin başınan kalkmıyordum. En sevdiğim şey de cumartesi gündüzleri yayınlanan çizgi filmlerdi. Hatta bunlardan birisi yani “Clementine” psikopatça bir yapıya sahipti. Oradaki ateşten adamdan çok korkuyordum. Çocuklar üzerinde ciddi tahribat yaratabilecek bir diziydi bu. Youtube’da jeneriği var. Cumartesiden Cumartesi’ye adlı çocuk programını iple çekiyordum. Dediğim gibi hayal gücünü çok iyi besleyen bir şeydi televizyon. Ve benim de buna ihtiyacım vardı. Tencere yuvarlanmıştı kapağını bulmuştu. Evliya Çelebi programını da seyrederdim ve onun jeneriğindeki korkunç bölümden her defasında korkardım. Bir keresinde Afrika’daki açları göstermişlerdi, orada inanılmaz korkmuştum. Ayrıca “Çalıkuşu” dizisinde çarşaflı bir kadın kız çocuğunu alıp götürmüştü, o sahneden de inanılmaz korkmuştum…

Futbol izleyiciliği de başlamıştı. Pazar günleri Pazar 87 adlı bir program vardı. Sonra o program 88, 89, 90 diye devam etti. Erkan Yolaç’ın sıkıcı E/H yarışması vardı. Cenk Koray’ın kutumuzu açma yarışması vardı. Onu severdim. Bu programda üç büyüklerin maçlarına 10’ar, 15’er dakikalığına bağlanmalar oluyordu. Ne zaman GS maçına bağlanılsa Prekazi frikikten bir gol atıyordu. BJK maçlarından da heyecan duyuyordum. Hatta bir haftalığına onlara geçmiştim fakat GS (2011’e kadar) hayatımdaki en önemli şeylerden biri olacaktı. Şu anda kendime taraftar bile diyemem. Bu sene FB’yi Kadıköy’de yendiğimizde heyecanlandım bir tek çünkü geçmiş yıllara ait travmalarım vardı… Onun dışında umurumda değil. Türk futbolu umurumda değil ama her hafta tvden yedi sekiz maç izleyen bir insanım…

O yıllarda bir de TRT 2 gelmişti. Kültür sanat programları pek umurumda olmuyordu ama orada çıkan “Perihan Abla” dizisi en sevdiğim şeylerden biriydi. Dizi demişken “Kara Şimşek” adlı dizi oynadığında sokakta kimse olmuyordu. Bir keresinde dizi devam ederken dışarı çıkıp bakmıştım ve teyit etmiştim. Birkaç sene önce Perihan Abla’nın evini Kuzguncuk’ta buldum ve o yılları düşündüm. Sonra eve gelince Youtube’dan bir bölüm açtım. Ne kadar dandikti! Dandik ötesiydi! Ama o zaman beni bulutların üzerinde gezdiriyordu.

Bir gün sabaha karşı uyanıp Mike Tyson – Frank Bruno boks maçını izlemiştik. Bakalım internete… 25 Şubat 1989’muş. O dönemlerden Indiana Jones ve Rocky filmlerini de izlediğimi hatırlıyorum. Resmen hipnotize oluyordum. Sokaktaki sıkıcı Kutu Kutu Pense’yi kim ne yapsın! Ve elbette GS’nin yarı finali! O günleri kim unutabilir! O Monaco maçlarını Nöşetel maçlarını unutamam…

Naim Süleymanoğlu’nun halter zaferini ve Van Basten’in SSCB’ye attığı golü de tvden izlediğimi ve etkilendiğimi hatırlıyorum. Naim Süleymanoğlu TR’ye iltica edince hemen Bulgar karşıtı bir dizi yapmışlardı ve orada çıkan Sütçü (Tecavüzcü Coşkun oynuyordu) adlı karakteri herkes yuhluyordu.

Bu televizyonla ilgili birinci dönemim. İkinci dönemim ise 1991’d başlıyordu ve birincisinden daha heyecanlıydı. 4 Ağustos 1990 günü acayip bir şey oluyordu. Arkadaşlarla “Cobra” filmine gitmek istemiştik. Batı Sineması’nda bilet kalmadığını görünce Menekşe Sineması’ndaki “Amerikan Ninja 57” filmine gitmiştik. Eve geldiğimde annem artık Star 1 adlı kanalın herkesçe izlenebildiğini söylemişti. Hayatımda o kadar mutlu olduğum an azdır. Bu kanal birkaç sene önce çıkmıştı. TR’nin ilk özel kanalıydı. Özel kanal yasak olduğu için yurt dışından (YURT DIŞI AYRI YAZILIIIIIIIIIR!) yayın yapıyordu. Onu izlemek için özel bir anten satın almak gerekiyordu. Yine bir komşu akrabadan izlemiştim kanalı biraz. Amerikan Güreşi denen zevzeklik bana dünyanın en iyi şeyi gibi geliyordu. O kadar çok istiyordum ki o antenden bizimkilerin de almasını… Buna gerek kalmadan, her ev her anten Star 1’i çekmeye başlamıştı.

Artık okuldan gelip Star 1’in başına oturuyordum. Çizgi filmleri TRT’ninkilerden daha iyi gibiydi. Amerikan Güreşi’ne bayılıyordum. Maçlar zaten birkaç senedir oradaydı. TRT’de yasak olan arabesk ve dansöz orada her gün vardı. Şimdi ismini unuttuğum bir jimnastikçi gece program yapıyordu. Özür dilerim, onun nasıl “domaldığını” görmek için erkekler o programı izliyordu(k). Yasemin bir şeydi, Gencer Başkan hatırlar…

Asıl bombayı Show TV patlattı. Star’dan çok daha iyiydi. Bir kere yayınladığı filmler muhteşemdi benim için. “Kibar Feyzo” çıkacağı zaman okulda ufak çaplı bir kriz çıkmıştı. Ertesi gün herkes “Kibar Feyzo” repliklerini söylüyordu. Terminatörler, Rockyler, Rambolar, tekrar Indiana Joneslar beni allak bullak ediyorlardı. Ayrıca “Hababam Sınıfı” filmlerini de ilk defa orada izlemiştim.

Kemal Sunal filmlerinden ayrıca bahsetmek gerekiyor sanırım. 1990’dan 2002’ye kadar televizyonda denk geldiğim bütün Kemal Sunal filmlerini izledim… Resmen bir çılgınlık yaşanıyordu. Bazen aynı filmin iki ayrı kanalda aynı anda (yani prime time’da) oynadığı oluyordu. 2008, 2009 gibi bu terk edildi. Prime time artık daha değerli şeylerle süsleniyordu. Fakat dün yine büyük kanalın birinde, prime time’da bir KS filminin reklamını gördüm. Gerçekten akıl alır gibi değil! Emil Durkheim bunu öngörseydi sosyolojiyi kurmazdı.

Erotizmden de bahsetmeliyiz… Show TV’nin kırmızı noktalı yayınlarını izlerdim. Gizli gizli. Evde herkes yatınca parmaklarımın ucuna basarak tvnin başına gelirdim. Beko Hitachi açılınca bir gürültü çıkarırdı. Açma düğmesi çok sert değildi yalnız. Çok yavaşça tuşu ileri iterdin, tv açılırdı ve o iki, üç saniyede piuuuyşt! diye bir ses çıkardı. O ses duyulmazsa yayını izlerdin. El sürekli kanal düğmesi üzerinde olurdu ki birisi gelirse kanalı değiştirirdin ve uykunun kaçtığını söylerdin. Feri Cansel’in (bilen bilir) oynadığı “Hasan Almaz Basan Alır” adlı Türk erotik filmini izlediğimi hatırlıyorum. Beni en çok etkileyen program “Paris Düşleri” adlı diziydi. Konuluydu ve sofistike bir ortamda geçiyordu.

Müjde Ar filmlerini de unutamaz o nesil. Öğleci olduğumuz için her gün birisinin evinde buluşma projesini grubuma dayatmıştım yine. Saat 10.00’da Show TV’de Türk filmi oluyordu. Onları izliyorduk. O gün sıra bizdeydi. Film başladı ve “Adı Vasfiye” filmi başladı. Erotik bir açılışı vardı filmin. Bizim evde annem olduğundan dolayı annesi çalışan bir çocuğun evine koşa koşa gittik ve ilk 15 dakikası hariç filmi izledik… Tutti Frutti’yi de hatırlarla o çocuklar…

HBB kanalarında Amerikan futbolu izlerdim. Bir de o kanalda “Otobüs” ve “Geceyarısı Ekspresi” gibi ana akım kanallarda yer bulamayan filmleri izlediğimi hatırlıyorum.

“Bizimkiler” hiçbir zaman ilgimi çekmemişti. Diziler genelde… Hala öyle. Hayat dizi izleyecek kadar uzun değil. Yönelinen sanat eseri üst düzey olmalı çünkü artık o kadar çok ki insanın ömrü yetmez. Üst düzey sanat eserlerini tüketen insanların nasıl oluyor da dizi izleyebildiklerine hayret ediyorum…

Maçlar Show TV’deydi. 1994′ e kadar. Sonra Cine5 çıktı ve benim futbol izleyiciliğim sekteye uğradı. Naumoskili Efes Pilsen’i ve Cruyf Barcelonasını bu dönemde izledim.

Yavaş yavaş büyüyordum. Artık çizgi filmler ilgimi çekmiyordu. Sadece Türk filmleri ve spor izlemeye başladım.

2002 yılında Sinop’a öğretmen olarak atanınca televizyonla bağım koptu. Yedi sene falan evimde televizyon olmadı. Hiç eksikliğini hissetmedim. Haber izlemezdim zaten. Bir de hayatıma sinema girmişti. Her gün CD’den bir film izleyince tvye yer kalmıyordu.

2009 yılında digitürk abonesi olunca bir tv aldım ve maçları izlemeye başladım. Artık kahvede maç izlemek istemiyordum çünkü.

Şu anda yine spor izliyorum. Beş altı senedir de belgesel izleme olayım başladı. Fakat bu sürede İZ TV’yi tükettim. Harika bir kanal.

TV genel olarak zararlı bir şeydir ama akıllı, planlı, programlı, iradeli insan için çok faydalı ve eğlenceli bir şeydir. Tıpkı SM’de olduğu gibi. Ama nerede böyle insan… Akıllı, planlı, programlı, iradeli insan… Dört, beş senedir ben bu konuda iyiyim. Toplum ise bu konuda berbatötesi… Sığır sürüsü, davar sürüsünden oluşuyor toplum. Özür dilerim. Acılar gerçektir.

İyi günler…

Ha bir de 2002 yılına kadar çook TRT 4 halk müziği programı izledim.

Not: Yazım yanlışlarına bakamayacağım.

Bu yazı Diğer, Uncategorized kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.