Harika Bir Gündü 11 – Samatya

içkalpakçı

Şimdi Samatya ve çevresinde geçirdiğim tarih ve kültür gezisinin hikayesini yazacağım. Harika bir gündü:

İstanbul’da, ismi Bizans döneminden kalma ender semtlerden biridir Samatya. Pendik, Galata, Üsküdar, İstinye de bu duruma örnek olabilirler. Ama durun Samatya’nın ismi Kocamustafapaşa şu anda. Yer isimleri önemlidir ve politik müdahale görürler sürekli. Bu iş şöyle olur: Siyasal olarak egemen olanlar politika gereği bu müdahaleleri yaparlar. Müdahale edilenler gün gelir de gücü ellerinde toplarlarsa hemen eskiye dönerler. Müdahale üzerinden uzun zaman geçmişse ve acılar tazeliğini yitirmişse pek uğraşmazlar.

Samatya için bende “olumlu önyargı” vardı. Yanılmamışım.

11 ÜS’le Üsküdar’a yollandım. Üsküdar’a vardığımda hava kararmıştı. Girdim bir otele yattım. O kadar yorulmuşum ki Güven Uygun gibi bir gün fazladan uyumuşum. ABV 11ÜS. Cuma günü otelde yattım, yorgunluktan cumartesiyi de uyudum ve pazar günü 12’de kalktım. Marmaray’a yollandım. Kazlıçeşme durağında indim.

TARİHİ MERKEZ EFENDİ KÖFTECİSİ

Aslında bu gezi aynı zamanda bir de gastronomi gezisiydi. Vedat Milor üstadın İstanbul’daki Top 3 köftecisinden biri de Zeytinburnu Merkez Efendi Köftecisi idi. Bir numara Namlı Rumeli (Sirkeci), iki numara Köfteci Mustafa (Beyazıt), üç numara da bu. Namlı’ya gitmiştim. Bence hemen onun yanında yer alan Filibe, İstanbul’un en iyisi.

Kazlıçeşme’den Merkez Efendi semtine yürüdüm. Bu yol çok uzun bir yol aslında. Abdi İpekçi önündeki yoldan geçen minibüslere binilmeli. Merkez Efendi bölgesine gidince ortalıkta bir sürü “Tarihi Merkez Efendi” köftecisi olduğunu gördüm. İpini koparan Tarihi Merkez Efendi köftecisi açmış. Milor’un bahsettiği Ahmet Usta kod adlı olanı. Oturdum söyledim. Heyecanlıydım çünkü köfteye taparım. Tapmadığım yiyecek var mı? Evet kabak tatlısı…

Bu arada mekanda Cem Özer’i gördüm. Düşüncelere daldım. Köfte ve yanında oldukça niteliksiz bir piyaz geldi. Köfte? Nasıl desem…Namlı’dan iyi, nitelikli bir köfte. Yine de düşüncem değişmedi. İstanbul’da Filibe’nin yanına yanaşanı yok. Şu Beyazıt’takini yiyeyim en kısa zamanda. Bu arada Tekirdağ’da yine Milor’un tavsiyesiyle gittiğim Apti Özcan, Filibe’yi bile döver. Sırf onu yemek için Tekirdağ’a gidebilirim yine.

Merkez Efendi’de Mimar Sinan’ın taşerona yaptırmış gibi yaptığı bir camisi var. Menderes Samancılar’ın dizilerde oynaması gibi…

BELGRADKAPI

Buradan Belgrdakapı’ya gidiyoruz. Kanuni’nin Sırbistan’dan getirdiği esirleri yerleştirdiği yer olduğu için bu isim verilmiş. Esir mi? Ne alaka? Osmanlı Devleti “ziyaret ettiği” yerlerdeki insanlara çiçek verirdi onlar da yalvarırlardı “Nolur bize İslamiyeti anlatın, canımız sıkılıyor, nolur bizi götürün ülkenize sizin cariyeriniz, köleniz olalım. Önce alın şu vergileri. Yalvarırız!” Belgradkapı’dan giriyoruz, az biraz yürüyünce olay başlıyor zaten.

Samatya tam bir gayrimüslim semti. Yani öyle imiş. 6, 7 Eylül saldırırları öncesinde neredeyse Müslüman ahali yok. Bazılarını öldürmüşler, geri kalanları da bezdirip, kovmuşlar. O mimarinin izleri hala zayıf da olsa var. Tıpkı Kuzguncuk gibi.

Kocamustafapaşa Caddesi başlıyor. Uzun, geniş bir yol. Sağlı sollu çirkin Laz müteahhit binaları var. Bununla beraber “derdi olan mimari”nin de izleri yok değil. Yol üzerinde sağlı sollu büyük ve önemli kiliseler var. Tabi girmek mümkün değil. Kapalı. Diyeceksiniz ki “Hani pazar günü gitmiştin oraya?” Elbette başta yazdığım Üsküdar’da otele yerleşme hikayesi feykti. Öyle şey mi olur? Pazar günü girilebilir mi bilemiyorum. Bu kiliselerden biri Ermeni’lerin en önemli kilisesi.

Bu kiliseleri dışarıdan izleyerek, içini merak ederek yollandım yol boyunca.

ALİ  HAYDAR

En son izlediğim dizi Süper Baba’dır. Gerçek bir sinefilin dizi izleyebileceğine inanmıyorum. Bu konunun çok goygoyunu yaptık ama gerçek düşüncem böyle. Çünkü bir sinefilin merak ettiği yüzlerce film vardır. Bunları bitirse bile tekrar izlemek istediği yüzlerce film vardır. Bende durum böyle. İkinci Bahar dizisinin çok tuttuğunu biliyorum. Türk dizilerinde sıklıkla görülen ve Kandemir Konduk’un Perihan Abla’yla başlattığı “mahalle” kültü ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Mahalle iyi bir şey midir? Mikro faşizmler üretmez mi? Toplu gelişkin değilse mahalle kültürü de arızalar barındırabilir. Dolayısıyla mahalle kültünü işleyen dizilere mesafeli yaklaşırım.

Kocamustafapaşa Caddesi ortalarında bir yerde sağa bir merdiven iniyor. Küçük bir meydana çıkıyor bu yol. Bu meydanda meyhaneler var. Hoş, sempatik ve estetik bir meydan burası. Ali Haydar’ın çekildiği yer burası. Mekan aynen duruyor. Ali Haydar ismini almış. Meraklısı gidip bakabilir.

Bu meydanda oturup bir bira içilir dedim. Tuborg satan bir yer de buldum. Eleman Efes bardağını getirdi yalnız. Hoş olmadı.

Neyse o meydandan aşağıya doğru gidince Gayrimüslim mimarisinin kalıntılarını aynen görüyorsunuz. Aynen değil de yarı yıpranmış yarı restore şekilde. Fotoğrafçılar burada saatler geçirebilir.

İÇ KALPAKÇI ÇIKMAZI

Tren yolunun hemen kenarında yer alan bu sokağı görmelisiniz. Bir çıkmaz sokak. Beş dakikada bitiyor ama çok enteresan. Muhtemelen Gayrimüslimlerin yaşadığı dönemde bölgenin en yoksullarının oturduğu yer olmalı. Arabanın bile giremediği bir sokak. O rum konaklarının adeta maketini yapıp koymuşlar. Boyalar facia yalnız. Bu sokakla ilgili belgeseller falan çekilmiş. İnsanlar evlerin önünde oturuyorlar. Pek ilgilenmiyorlar. Oryantalist bakış açısıyla oraya gelip fotoğraf çeken insanlara alışmışlar belli ki. Tanık olmadım ama herhangi bir ticari faaliyete başlamış bile olabilirler. “Ayakta adam kazıklamaya” falan başlamış olabilirler. Unutmayın köylüler hiçbir zaman “masum” değillerdir. Köylülük insanlığın en acil kurtulması gereken belalardan biridir. Gidip göreceksiniz ama o insanlar aranıza bir duvar örmeden bunu nasıl başarabileceksiniz? O yaşam tarzını bilet verip de izlenen bir sirk gibi görmediğinizi nasıl hissettireceksiniz? Bir sürü ekonomik sorunları olan o insanlar sizi ayakta kazıklamamayı nasıl başaracaklar? Deli sorular…Şu anda Romanlar ve Kürtler oturuyorlar gözlemlediğim kadarıyla.

Geze geze Cerrahpaşa’ya kadar geldim. Buralarda bir yerde Osmanlı döneminde 1800’lerin ortalarına kadar devam eden bir köle pazarının kalıntıları var ama o gün onun peşine düşemedim. Bir dahaki sefere…İlginç bir deneyim olacak.

Taksiye atladım ve Kadırga’ya gittim. Kadırga’yı acele acele gezdim ama oraya bağımsız bir gün ayıracağım. Tarihi yer gezisi için bire bir.

SOKOLLU MEHMET PAŞA CAMİ

Bu bölgede Sokollo Mehmet Paşa’nın Mimar Sinan’a yaptırdığı cami var. İstanbul’da iki tane selatin camisi boyutlarında camisi olan tek sadrazamdır. Gücünü buradan kestirebilirsiniz. Buradaki hatta külliye. Yalnız burayı karısı için yaptırmış ama yine Sokollu adıyla anılıyor. Karısına selatin camisi yaptırması da gücünü gösterir. Sinan her zamanki gibi…

KÜÇÜK AYASOFYA

Kadırga’da yakınlarda bir yerlerde Küçük Ayasofya Camisi var. Hikâyeyi biliyorsunuz. Bir Ortaçağ pornosu! Fresklerin üzerleri badana edilmiş. Uyumsuz minare, simetri katili mihrap, üzerinden acımasızca geçilen bir tarihi değer…Meraklısı gidip görmeli elbette.

Sonra sahil yolundan Eminönü’ne doğru yollandım. Çok uzun bir yolmuş bu. Yol üzerinde yığınla tarihi eser var. Bizans sarayı kalıntıları, deniz feneri, Turgut Reis heykeli, Türkiye’deki ilk Atatürk heykeli, bugün Yeşilay genel merkezi olan ve sarayın önüne inşa edilmiş olduğu için ilginç olan Sepetçiler Kasrı…Buraya da ayrı bir gün ayrılmalı.

Yine insanlıktan çıkarcasına yürümüştüm ama harika bir gündü. Merak uyandırıcı, öğretici, sarsıcı bir gündü. İstanbul bu açıdan uzak ara Türkiye’nin en iyisidir. Seviyoruz kendisini.

Not 1: Yazım yanlışlarını kontrol edemeyeceğim elbette.

Not 2: Bu geziyi üç, dört ay önce yaptım da yazmak için anca müsait oldum.

Not 3: Neşeli Günler filminde turşucu Kazım’ın küçük oğlu, kendisini görmek için yanlış hatırlamıyorsam Samatya’dan Sarıyer’e yürüyor. Filmin iddiası bu. Yanlış da hatırlıyor olabilir. Eğer öyleyse bunun oldukça uçuk bir iddia olduğunu ekleyelim.

Not 4: O turşucu hala Cihangir’dedir. O, entellerin takıldığı kahveden sola dönün az ileride.

Not 5: Kadırga meydanında çok iyi bir çeşme var.

Alakasız Not: Eti’nin susamlı çubuğuyla Ülker’in susamlı çubuğu arasında dağlar kadar fark var. Ülker’inki gres yağıyla yapılmış gibi.

Bu yazı mimari, Seyahat, Tarih, Uncategorized, Yiyecek İçecek kategorisine gönderilmiş ve ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.