Bir, İşsiz Adam Yazısı

Dün radikal bir gün yaşadım…

Bir günde yaptığım en fazla kilometreyi yaptım.

1200 kilometre yol yaptım bir günde. Hem de doğru dürüst durmadan…

Neden?

Sağlık gerekçesiyle…

Karımın babası Aydın’da yaşıyor. Daha doğrusu hem Aydın’da hem İstanbul’da evleri var. Karımın babası işleri dolayısıyla Aydın’da bulunuyordu, ailenin geri kalanı İstanbul’daki evdeydi. Kendisinin işleri bitti ve artık orada durmasına gerek kalmadı. 67 yaşında olduğu için otobüse veya uçağa binmesini uygun bulmadık ve benim gidip arabayla onu alıp gelmeme karar verdik.

Üzerime net bir görev tarif edildiği zaman onu mutlaka yaparım, bundan gocunmam. Ayrıca seyahat etmeye de bayılırım. O yüzden bu görevi büyük bir hevesle kabul ettim.

Sabah oldu. Acelem olmadığı için kahvaltıdan sonra yola çıkacaktım. Orada kalacağım kısa mesafeye yetecek kadar kıyafet aldım. Eşofmanlarımı çektim. Bu arada geçenlerde karımla aramızda şöyle bir diyalog geçti:

B: Polisin numarası kaçtı? 185 miydi 156 mıydı?

K: Neden, ne oldu?

B: Şu adam bol paça eşofman giymiş. İhbar edip ödüle konacağım.

Gerçekten de artık bol paça eşofman (Google’a Davutoğlu halı saha yazarsanız karşınıza çıkar) giyeni sokakta gözaltına alıyorlar. Güneş gözlüğümü çıkardım. Suyumu aldım. Bu arada erzağım da hazırdı. Yol üstünde hiçbir tesis de durmamaya karar vermiştim. TR’nin manzara olarak en güzel bölgesi olan Marmara Bölgesi’nde güzel bir manzara eşliğinde piknik yapacaktım. Menüde poğaça, çeri domates ve termos çay vardı. Bir gün önce karım poğaça yapmıştı. Poğaça pişmiş bir evden daha güzel kokan şey çok azdır.

Akaryakıt istasyonuna gittim ve depoyu doldurdum. Sonra da lastik basınçlarını kontrol ettim. Benzinlikçilerdeki şu lastik basıncı yapan aletler ne kadar da büyük oranda bozuk oluyorlar! Bir de önlerine park etmiş duyarsız dallamalar çok olur. Duyarsız dallama mı dedim? Son günlerde ne kadar çok görüyoruz bunlardan.

Bu arada doğal afetler, büyük trajediler, büyük sayılarda insan ölümleri aslında toplumları ilerleten, geliştiren şeylerdir. Şimdi bunu söylemek de aslında cesaret isteyen bir şeydir. Ne yani “İyi oluyor!” mu demek istiyorsun derler… Ne de olsa bir tek insanın bir tek damla kanına bile, diye başlayan cümleler burada çok kurulur. Bir tek insanın bir tek damla kanı bile akmasın ama her şey aynı eskisi gibi devam etsin… Lenin cihan harbi çıkma ihtimaline karşın Enternasyonal’de çok mücadele etmiştir ama kendi örgüt toplantısında “Çar’la Şansölye’nin bize bu şansı vereceklerini sanmam.” demiştir… Yani milyonlarca insanın öleceği bir cihan harbi aslında devrimi olanaklı kılacağı için onun gerçekleşmesini istemiştir. Çünkü insanın nasıl yaşadığı, sadece yaşıyor olmasından daha önemlidir… Covid-19 sonrasında hiçbir şey olmasa bile bir şeyler olacaktır… Bunu düşünmek için benim gibi ful materyalist, duygusuz ve öküz biri olunması lazımdır yalnız…

Benzinlikçiten hareket ettim ve yeşil “Çevreyolu”nun izini sürdüm. Bayılırım şu yeşil “Çevreyolu”na. Bu arada çevre yolunun ayrı yazılması lazım da bundan sonra kimse bunu tersine döndüremez. Meşhur galatalı, ehveni şer’i döver, neydi o deyim amcao’lu?

MÜZİK DİNLEMEK

Pek belli etmiyorum son zamanlarda ama aslında müzik dinlemek benim için çok önemli bir şeydir. Radyo dinleme tartışmaları yapmıştık bu platformda. Radyo dinlemeyi tıpkı ortalama kitap okurluğuna benzetmiştim. 38 dakikada bir iyi parça sunan radyo yerine liste için çalışma yapılmalı ve listeler hazırlanmalı diye düşünüyorum. Ben öyle yaptım. Arabanın yuesbi’sinde bir sürü gereksiz şarkı vardı. Bir gün oturdum önce fazlalıkları sildim. Bu işlem bir buçuk saat sürdü. USB’de 1000 tane dinlemeyi sevdiğim parça kaldı. Sonra Youtube’a girip son yıllarda hayatıma girmiş ve sevdiğim bütün parçaları indirdim. Bunun için 1000 şarkılık Spotify listeme de baktım. Son yıllarda hayatıma dahil ettiğim ve bunu daha önce yapmadığım için kendimi davar gibi yaşamış olarak hissettiğim iki sanatçı olan Feyruz ve Safiye Ayla’nın parçalarını da indirdim. Feyruz listesine daha tam olarak vakit ayıramadım ama şimdiden 11 parçam falan var. Yeni USB’yi dinlemek için sabırsızlanıyordum. Bu yolculuk o anlamda da iyi oldu. Bu arada ben müziği yüksek sesle severim. Müziğin tadı ancak öyle çıkıyor. Elbette bunun bir sınırı var ama kısık sesli müzik bence Messi’nin dinlendirildiği Barcelona maçı gibi bir şeydir. Bangır bangır dinleyerek yola çıktım.

YENİ OTOBAN

İzmir İstanbul arasında yeni bir otoban açıldığını biliyordum. Bunun çok pahalı olduğunu da… Buna bulaşmadan, eski yoldan gitmekti niyetim. Osmangazi’yi zaten kullanmam da feribottan da gitmeyeyim dedim. Körfez’i dolanır, ileriden Bursa otobanına girer sonra Bursa’dan çıkar ve eski yoldan yardırırım diye düşündüm. O yoldan beş sene önce Kadir Taşdelen’le Bursa’ya gitmiştik ve tam Gölcük civarlarında Kazım Koyuncu’da “Tsira” başlayınca Kadir’in feleği şaşmıştı. O yolculuğu hatırladım. Müzikler birbiri ardına çalıyordu ama bir türlü Feyruz çalmıyordu. Zuhal Olcay’dan “İyisin”, Kardeş Türküler “Halale”, İlkay Akkaya “Bu Kadar Parayı Sana Kim Verdi”, Aerosmith “Dream On”, Sezen Aksu “Her Şeyi Yak” falan manzara eşliğinde iyi gitti. Yalova’dan girdim otobana ve 120’ye hız sabitliyeciyi açtım. Hız sabitleyiciyi İstanbul, Ankara arasında açamıyorsunuz. Şöyle, 100’e ayarlayıp orta şeritten giderseniz olur ama 120 yaparsanız ortadan gidemiyorsunuz, sola geçince de zırt pırt bir Audi, Mercedes, BMW gelip tamponu değdiriyor. Mecbur yol veriyorsunuz ve HS devreden çıkıyor. Yalova Bursa arası tenha olduğu için 120’ye takabiliyorsunuz.

Bursa’da çıktım ve şehir merkezine daldım. Mavi İzmir tabelasını aradım. Bursa’yı çok severim. İzmir’e giderken şehrin merkezine gidemiyorsunuz ve kenardan bir yerden dönüp mavi İzmir’e takılıyorsunuz. Trafik bitince muhteşem Marmara Bölgesi başlıyor. Manzara seyrede seyrede gidiyorsunuz. Acıkmaya da başlamıştım. Güzel bir yer bulup pikniğimi yaptım. Dört poğaça, yedi çeri domates ve iki fincan çay beni akşama kadar götürdü. Tekrar yolculuğa başladım.

Bu yolda gezip görülecek çok şey var. Bursa’yı defalarca ve iyi gezdiğimi düşünürdüm. Hayat normale dönerse buraya bir gezi yapılır. O yol üzerinde bir Arkeopark var. Bir neolitik yerleşim yeri var orada. Sonra Leylek Köyü var. Devam edilip Issız Han’dan geri dönülür ve Gölyazı’yla gezi sonlandırılır.

Devam ettim. Bu eski yol şehirlerin içinden geçtiği için sık sık ışığa denk geliyorsunuz ve de hız limitleri akıp gitmenizi engelliyor. Eski yol savunulacak gibi değil yani. Zaten son zamanlarda karım ve yakın çevrem tarafından Ak Partili olmakla itham ediliyorum. Hayır, elbette Ak Partili değilim ama Ak Partiye muhalif olan kesimlerin eleştirileri bana bazen çok saçma geliyor. Aynı şekilde kapitalizmi eleştirenlerin bazı eleştirileri de bana saçma geliyor. Bunlara dikkat çekmek isteyince Ak Parti veya kapitalizm yandaşı gibi algılanıyorum. Örneğin TKP gidip de maddeler halinde bildiri yazıyor ve oraya “Bütün finans kuruluşları ve bankalar kamulaştırılmalıdır.” yazıyor. Şimdi bu nedir? Kapitalizme karşı mücadele midir? Dilek kipiyle gelen devrim… TKP yetkili kurulları uzun zaman bunu tartışıp, bu metni ortaya koyunca tarihsel görevlerini yapmış mı oluyorlar? Gerçi orada böyle bir şey olmamıştır da, devleti yönetenler “Tamam. Sizin dediğinizi yapıyoruz lan!” deseler hepsi abandone olur. Adını ilk kez duyduğum bir sol grup da Newroz yasağı için “legal tasfiyecilik” diyerek insanların bu sene Newroz’a çıkmalarını savunmuş. Bu nedir şimdi? Kapitalizm karşıtlığı mı? Neyse bana ne ya!

Normal bir zaman olsa bütün kahverengi tabelalara dalardım ve gece 12’de Aydın’da olurdum ama olamadı. Balıkesir’deki rüzgar gülleri Ömer Kavur’un “Yüzleşme” filmini hatırlattı. Neyse yardırıp gittim. Bir yerde durup bir tane bira da içtim. Uzun yolda bira içmeden nadir seyahat ederim. Bayılırım bira şişesini apış arasına alıp araba sürmeye ama artık yollarda çok çevirme oluyor. O yüzden bu hareket, Yalova’da otobana girmeden hemen önce yapılmalıydı. Neyse bu sefer bir köy bakkalı buldum ve kenara çekerek bira artı çubuk kraker yaptım. Delilleri de yok ettim. Ağzıma iki tane xylit sakız attım ve yola öyle çıktım.

Ankara’dan İstanbul’a gelirken Dilova’sına geldiğimde yolculuğun bittiğini düşünüyorum. Aydın’a giderken de Manisa’ya gelince böyle düşünüyorum. Manisa İzmir arasında “Hacırahmanlı” tabelasını gördüm. Burası Yusuf Atılgan’ın 20, 30 sene yaşamış olduğu köydü. “Anayurt Oteli”nde de adı anılıyor. Bir gün bu köye mutlaka gideceğim. Bu inanılmaz insanın nasıl da orada yaşayabildiği hala benim için bir muamma. Oradaki saçma sapan insanları konuşmadan tahlil edebilecek ve zihinsel dünyasında tarihe gömebilecek bir insan… Yapmıştır da… Demek ki yaşamak için çok motivasyonu olan bir insan değilmiş. Şurada sıkıntısız yaşayım da bir an önce öleyim demiş. Ta ki genç bir kız kendisine hayran olup mektupalaşıncaya kadar…

Manisa’dan İzmir’e yardırdım. Normal bir zaman olsaydı İzmir’de vakit geçirmek isterdim biraz. Karşıyaka’daki o Greatness bara gidip bir dokuzuncu senfoni çakmayı çok isterdim. Mümkün olmadı ve Bornova gişesinden giriş yaptım.

Burası Türk biracılık tarihinin çıkış noktasıdır. 1969 yılında, bir ay sırayla önce Türk Tuborg sonra Efes Pilsen kurulmuştur Bornova’da. Tesisler hala orada. Aydın’a doğru yardırdım. Burada da hız sabitleyicisini açabiliyoruz. Ulan yoksa… “Ben otomatik vites kullanınca araba sürdüğümü hissetmiyorum abi.” diyenler aynı muameleyi hız sabitleyicisine de yapıyor olmasınlar… Şok olmam…

Aydın’a vardım ve varır varmaz 65 yaş üstündekiler için gece 24’ten sonra devreye girmek üzere sokağa çıkma yasağı geldiğini öğrendim. Ne yapacaktık?

Saat 19.00’du. Yol sekiz saat sürmüştü. Hemen geri dönmeliydik. Yorgun muydum? Gram yorgun değildim. Şu hayatta benden daha enerjik/dayanıklı bir insanla tanışmadım. Apar topar bir şeyler yedik ve geri döndük. Aydın’da geçireceğim zamana yazık olmuştu. Neyse…

Saat 20.00’de yola çıktık. Bu sefer yeni otobandan gelecektik…

Bu sefer bangır bangır müzik dinleyemiyordum. Neyse sohbet eşliğinde geldik. Güzel ve temiz bir yolculuk oldu.

Yeni otobandan bahsetmek istiyorum.

Adamlar yemiş ama yapmışlar… Yağ gibi akan bir otoban olmuş. Viraj neredeyse yok ve zemin hiç ses yapmıyor. Ankara, İstanbul otobanı bu anlamda berbattır. Böbrek taşı bile düşürebilirsiniz orada. 120’ye taktım hız sabitleyicisini ve Yalova’dan çıktım. Arada bir Kuyucak çıkışı vardı…

Ücretlere gelelim. Önce, araba ne kadar yaktı? Aydın’da tekrar depoyu doldurdum ve 140 TL ödedim. Yani 632 kilometrede 140 tl, km başına 22 kuruş yakmış. Araba bu arada Clio dizel. Renault kadar daha az yakan bir araba yoktur. Bu arada devletteki öğretmenleri erkek olanlarının favori sohbet konusunu şu anda biz de ele alıyoruz, farkında mısınız? 1200 km ortalama 5,3 litre yakmış. 1200 km’yi 330 lirada çıkartmışım. Hız sabitleyici biraz yakıt tüketimini arttırıyor. Eski yolda hız da yapamıyorsunuz her daim… Onun etkisi.

Aydın’dan girip Bursa’dan çıkınca 137 TL verdik. Bursa Yalova arası da 35 TL. Osmangazi 112, feribot 85 TL. Feribota yüzde yüz zam yapmışlar ve Osmangazi’ye yanaştırmışlar onu. Bundan sonra Aydın’a gidersem Körfez’i dolaşır, Yalova’dan sonra otobandan yardırırım. Köprü veya feribot parasını, otoban parasının bir bölümüne sayar, yağ gibi bir yolculuk yaparım. İzmir Bursa arası tam üç saat sürdü. İzmir’den 120’yle gelen ve köprüyü kullanan birisi İstanbul’a 4,5 saate gelir. Otobanın reklamında 3,5 saat diyordu. Herhalde 120 hız sınırının %10’u aşarak kullanılmasını hesaplamışlar. Harcayacağı para 600 TL. Gerçi şimdi internetten baktım da 193 TL diyor. Acaba aradaki gişelerde para mı ödedik? Bilemiyorum…

Gece eve geldim ve yine gram yorgunluğum yoktu ? Böyle bir gündü işte…

Bu yazıyı bir işsiz olduğum için yazdım.

Hızlı yazdığım için yazım yanlışlarına dönüp bakamayacağım.

İyi günler…

 

Bu yazı nitelikli goygoy, Uncategorized kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.