Ken Loach’un son filmi


İngiliz sosyalist yönetmen Ken Loach’un son filmi “Jimmy’s Hall/Özgürlük Dansı”, Film Ekimi kapsamında İstanbullu seyircilerle buluştu. Burada ‘son filmden’ kasıt sadece yönetmenin en taze, en yeni filmi değil aynı zamanda bu filmin onun veda filmi olduğudur da.
Bazı İnternet sitelerinde, forumlarında ve yönetmenin röportajlarında bu ima ediliyor. Biz elbette ki Loach’un çekebildiği kadar film çekmesini isteriz. Onun, popüler kültürün aktörlerinin bazen yaptığı gibi veda etmek üzerinden prim yapma niyetine girmeyeceğini de biliriz. Sık rastlamışızdır: Bir müzisyen veya futbolcu veya aktör emekli olduğunu ilan ediyor fakat bir iki sene sonra geri döndüğünü söyleyip tekrar prim yapmaya çalışıyor. Loach geri dönerse eğer bizde bu duygu uyanmayacaktır.
50 yıldır sinemada işçi sınıfının onurlu sesi olmuştur Ken Loach. Kahramanı mutlaka bir emekçi karakterdir. Britanyalı bir emekçi de olabilir, bu coğrafyaya göçmüş ve en pis işlerde çalışmak zorunda kalan bir göçmen de. Yönetmenin incelikli tarzı sebebiyle bu ezilen karakter bir başka ezilen karakterle duygusal yakınlık içerisine girer ve var olma savaşını beraber verirler.
Nadiren de olsa Britanya dışına çıkar yönetmen. Yine nadiren de olsa dönem filmi çeker Loach. Son filmi “Özgürlük Dansı” 1930’ların İrlanda’sında geçen bir dönem filmidir. Burada hemen akla yönetmenin 2006 tarihli “The Wind that Shakes Barley/Özgürlük Rüzgarı” adlı filmi gelecektir. Bu film de 30’ların öncesine odaklanmış ve İrlanda ulusal mücadelesini kendisine fon olarak seçmiştir. İki film arasında bir akrabalık kurulabilir. Hatta Loach geri dönse ve 70’lerdeki IRA mücadelesini anlatan bir film çekse -çok da iyi olur- elimizde bir İrlanda Üçlemesi olacaktır.
İrlanda’nın ilerici, yurtsever, komünist aktivisti Jimmy Gralton’un gerçek hikâyesidir anlatılan. 1920’lerdeki iç savaşta Amerika’ya sürülen Gralton, 30’ların başında tekrar İrlanda’ya döner. 1929 Buhranı Avrupa’yı fena vurmuş ve eski baskıcı iktidarlar zorlanmaya başlamışlardır. İrlanda’da da işler değişmeye başlamıştır. Politik gelişmelerin alan açtığı Jimmy, yerlisi olduğu kasabada eskiden yaptığı işe tekrar soyunur: Bir dans atölyesi işletmek. Tabi burada güzelliklerle haşır neşir olurken sosyalist, ilerici, yurtsever fikirlerin örgütlenmesini de ihmal etmemektedir.
Ezilen iki karakter arasında gelişen duygusal bağ dedik: Jimmy’nin Amerika’ya giderken geride bırakmak zorunda kaldığı sevdiği kadın başka birisiyle evlenmiştir. Oonagh, evlendi diye dükkânı kapatmak niyetinde değildir. Dans etmeye ve de mücadele etmeye devam etmek niyetindedir. Bu filmde zaten dans hem gericilik karşısında ileri ve güzel olanı hem de mücadeleyi sembolize etmektedir. Jimmy ve Oonagh arasında hala devam etmekte olan enerji de mücadelenin zorluğunu, talep eden yanını sembolize eder adeta. Bu ikilinin sahnelerinde özellikle dans sahnesinde trajik bir olmamışlık duygusu seyirciyi esir alır. Ken Loach umutsuzluğa ve yılgınlığa sırtını döndüğü ölçüde gerçekçidir de. Kaba ajitasyon yapmadığı gibi masal da anlatmaz.
Eskiden olduğu gibi tüm sömürücü sınıflar ve onların ideolojik destekçisi olan gerici siyasi aktörler yine Jimmy’nin karşısına dikilmişlerdir. Filmdeki papaz ve faşist çetenin reisi O’Keefe bunların en önemlileridir. Papaz kilisedeki vaazında Jimmy’nin dans atölyesini kınar. Bu kışkırtıcı Afrika ritimlerinin gençliğin şehvet duygularını harekete geçirdiğini iddia eder. Sanki bir AKP bürokratı veya bir müftü hazretleri konuşuyormuş gibi hissederiz.
Akıl mantık sınırlarını zorlayan gerici düşüncelerini dile getirirken asıl niyeti güzel olan her şeye düşmanlık etmek ve sömürü mekanizmasının kalıcılaşmasını sağlamaktır. Biz bunları çok iyi tanıyoruz. Her gün televizyonda, Twitter’da görüyoruz. 1930’da İrlanda’da dansı tehlike olarak görenle, sarılmaya 91 TL ceza yazan arasında çok da fark yoktur. Günümüzün kadınlı erkekli horon oynamayı “tasvip” etmeyen gerici zihniyeti 1930’ların İrlanda’sında da boş durmuyordur.
Faşist O’Keefe karakteri de çok tanıdık, bildik. Kraldan çok kralcı olan bu tipleri geçen hafta Gaziantep’te Sultanbeyli’de Esenyurt’ta görmedik mi? O’Keefe yanındaki kıt akıllılarla “milli ve manevi değerlere” bağlılık işi yapıyor. Bu insanların ne oldukları ve ne yapmak istedikleri hakkında en ufak bir fikri yok ama elde revolver, pala, sopa “milli ve manevi değerleri” koruyor işte. O’Keefe için en güzel ceza bana göre kızının dansa ilgi duyması oluyor. Doksanıncı dakikada yenen gol gibi.  
Filmlerinde ne kadar incelikli ve duygusal olursa olsun umutsuzluğun ve yılgınlığın kırıntısını barındırmayan Ken Loach’tan yine olağanüstü bir film gelmiş. Güzel günler görmenin ne kadar zor olduğunu ama asla imkânsız olmadığını yine ustaca kullanılan bir sinema diliyle seyirciye anlatmaya çalışmış yönetmen. Ezilenlerin birliğinin öneminin ve aciliyetinin estetik bir şekilde altının çizildiği dürüst, samimi bir sinema bu.
Sinemada birisini gelip bir yerleri değiştirdiği filmler çoktur. Bir birey elbette bazı zamanlarda ve mekânlarda çok etkili olup farklı bir toplumsallık yaratmada etkili olabilir ama bu filmler genellikle inandırıcılıktan uzaktır. “Özgürlük Dansı” da bu tarza sahip ama inandırıcılık sorunu barındırmayan bir filmdir. Jimmy ait olduğu toprağa geri dönüyor ve yoldaşlarıyla birlikte kolektif bir şekilde bir devinim yaratıyorlar. Bu olabilecek ve de olması gereken bir şeydir. Bir Ken Loach filminde birden fazla doğru mesaj vardır. Bu da onlardan biridir.
Yönetmenin sinemaya veda etmiş olması ne kadar hüzünlüyse iki saatlik sürede izleyenleri bambaşka bir insan yapma potansiyeline sahip onlarca film çekmiş olması da o kadar sevindirici.  
Umudun ve mücadelenin sinemasını yapan Ken Loach’un bu incelikli filmini herkese tavsiye ediyorum. 
Bu yazı Devrimci sinema, ingiltere, irlanda, jimmy gralton, jimmy's hall, Ken Loach, özgürlük dansı, özgürlük rüzgarı, Sinema, the wind that shakes barley kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.