İngilizce Öğrenmekle İlgili Doğru Bilinen Yanlışlar

İNGİLİZCE ÖĞRENMEYLE İLGİLİ DOĞRU BİLİNEN YANLIŞLAR

Yanlış 1: Dil öğrenmek için illa o ülkede yaşamalı…

Bu cümleyi çok sık duymuşuzdur. Dil öğrenmek için illa o ülkede yaşanmalıymış. Hemen oradan kafasını kaldıran Bay Abaza ise “Dil dile değmeden dil öğrenilmez!” özlü sözünü yetiştirir. Neyse onu boş verelim de diğer gruba odaklanalım. Bu kişiler muhtemelen bir şekilde, birkaç sene yurt dışında bulunmuş bir insan görmüşlerdir ve onların nasıl da iyi “konuştuklarına” tanık olmuşlardır. Bizim itirazımız oraya değil zaten. Dil öğrenmek derken hangi dil öğrenmenin kastedildiği net olmalı. Tek bir dil öğrenme yoktur. İki tip dil öğrenme vardır: birincisi o ülkeye gidip sosyal hayata karışarak o ülkede yeteri kadar vakit geçirerek dil öğrenme şekli, ikincisi de bizler gibi iradeyle yani kursla, dersle, çalışarak dil öğrenme şekli. Bu ikisi çok farklıdır. Bir insan mülteci, işçi, öğrenci veya ikinci sınıf vatandaş olarak dilini bilmediği bir yere giderse ve sosyal hayata dâhil olursa o dili öğrenmemesi için mal olması gerekir. Bu saydığım koşullarda, 90 IQ’ya sahip her insan her dili öğrenebilir. Uzmanlar, dil öğrenmek için 1000-1500 saat nitelikli dil girdisine maruz kalmak gerektiğini düşünüyorlar. Bu sayı kişinin zeka seviyesine ve motivasyon düzeyine göre değişebilir. Türkiye’de günde 16 saat oto yıkamacıda çalışmak zorunda kalan bir Suriyeliyi düşünün veya günde 6 saat okula giden bir Suriyeli çocuğu. 3, 5 ayda bu süreye ulaşıyorlar. Dediğim gibi öğrenmemesi için mal olması lazım. İkinci tip dil öğrenmeye geldiğimizde yani irade, ders, kurs devreye girdiğinde, örneğin haftada sadece 8 saatlik kursla yetinen bir insana baktığımızda acayip bir şey görüyoruz. Ki haftada 8 saat gayet iyi ve pahalı bir süredir. Bu kişi kurs haricinde hiçbir şey yapmazsa 1500 saati 3,5 senede tamamlıyor. Bu girdinin ne kadar nitelikli olduğu da ayrı bir muamma. Dünyada 2 milyar kişi yabancı dil olarak İngilizce biliyor. Bunların çok az bir bölümü İngiltere’de veya Amerika’da yaşamıştır. İnsanlar o ülkeye gitmeden de çalışarak o dili öğrenebilir. Bakın tekrar söylüyorum, ça-lı-şa-rak… Gitar kursunda bir ayda beş akor öğrenerek 150 şarkı çalıp söyleyebilirsiniz ve ortamlarda prim kasmaya başlayabilirsiniz ama İngilizceyi bu kadar kolay öğrenemezsiniz.

Yanlış 2: Gramer önemli değil. Sokaklarda gramere dikkat etmiyorlar.

Bu cümleleri de sık sık duyarız. Bunlar da emek vermeden dil öğrenmek isteyen insanların bilinçsizce öne sürdükleri şeylerdendir. Türkiye’deki devlet okullarında İngilizce öğretimi ve onun grameri ele alışı baştan aşağı sorunludur, kabul fakat gramersiz bir dil öğrenme mümkün değildir. Gramer dilin kendisidir zaten. TR devlet okullarında dar anlamıyla yani yapı kalıplarıyla ele alınır ama aslında gramer dilin zihinde bulunan kurallarının bütünü demektir. Yani bir yaşlı kadınla nasıl konuşulacağı, resmi bir ortamda nasıl sunu yapılacağı, nasıl flört edileceği, hapşırınca hangi hareket üzerine neyin söyleneceği falan hepsi gramerin ilgi alanına girer. Sokaklarda gramerin tamamen geride bırakıldığı iddiası bir safsatadır. Bazı kısaltmalar, bazı yöresel tabirler, bazı moda tabirler, bazı argo ifadeler olabilir ama “allaha emanet” bir iletişim yoktur dünyanın hiçbir yerinde. Yani Tayyip’le Merkel arasında şöyle bir diyalog geçmez hiçbir zaman: Tayyip: Moruk, toplantıya gelenzi? Merkel: Lastiğim patlamışke. Siz devamke. Ben gelecekke!.. Dün bahsettiğim birinci tip dil öğrenme şekline dönelim… Erzurum’un Olur ilçesinden kaynakçı Faruk İngiltere’ye çalışmaya gitmiş olsun. Dil öğrenmek için elzem olan o 1000 saatlik nitelikli maruz kalmaya da bir senede ulaşmış olsun. Faruk buraya gelir ve kurallı bir şekilde konuşur. Allaha emanet konuşmak kesinlikle. O, s takısını unutmaz, olur olmaz her yere am, is, are getirmez… Size kuralları anlatamaz, açıklayamaz ama hata da yapmaz. Yani önemli hata yapmaz. Üç sene sonra hiç yapmaz. TR’de devlet okullarında ne oluyor? Dilde süreklilik söz konusudur ama öğrenciler bu sürekliliği göstermez. Gösteremez. 8. sınıftaki konuları yapabilmeniz için 4, 5, 6, 7’deki konuların falan hepsinin zihninizde içselleştirilmiş olması lazımdır. Bu olmuyor doğal olarak. 40 kişilik sınıfta haftada iki saatte verilen konu yaz tatilinde akıldan çıkıyor doğal olarak. Biz devletteki öğretmenler de her sene her şeyi baştan alamayacağımız için o seneki konunun gramer kalıplarını belletip sınavda soruyoruz. Başka ne yapabiliriz ki? Sınavdan sonra onlar da uçuyor doğal olarak. Lisedeki bir öğrenci daha sınıftaki nesneleri tam olarak bilmiyorken gelecek zaman kalıplarını öğreniyor ve sınavda yapıyor. Sonra hiçbir şey kalmıyor doğal olarak. Bugün devlet okullarında İngilizce öğrenmek imkânsızdır. Mutlaka kişinin ekstradan bir şeyler yapması lazımdır. Ciddi öğretim platformalarında gramer kalıpları ciddi bir şekilde ele alınmalı ve bol bol egzersiz çözülmelidir. Ve yeteri kadar… Bununla birlikte iyi bir kelime bilgisi de elde edilmelidir öğrenci tarafından. Sonra dört beceriye geçilebilir ancak. Gel, git, otur, kalk, kalem, silgi, kapı, pencere gibi kelimeleri tekrarlamak tam olarak dört beceriye geçmek anlamına gelmez. Gramerin Türkçe anlatılmasını da bazı uzmanlar savunmaktadır. Egzersiz, soru-cevap vs. gibi şeyler yeterince yapılırsa bunun hiçbir sakıncası yoktur. O kullanım şeklinin öğrencinin iyi kavraması önemlidir. Kuralları İngilizce anlat, öğrenci %30’unu anladı, geçmiş olsun! Dört, beş aylık sıkı bir emek verme sürecinden sonra İngilizce anlatma olayı da gerçekleşebilir. Üzgünüm, size umut vermek isterdim ama madem o ülkeye gidip yaşamayacaksınız ve burada iradeyle öğreneceksiniz, yine aynı yere geliyoruz… Oturup eşek gibi çalışacaksınız. Yeteri kadar… İyi bir uzman gözetiminde, her gün bir saat çalışan bir insan, kendisindeki farkı 2 ayda görmezse o kişinin beş yıllık kurs parasını ben vereceğim!     

Yanlış 3: Gerçek anlamda ne kadar emek verdiğimi hesaba katmaksızın konuşmak istiyorum. Sadece konuşmak.

Konuşma becerisi aslında yabancı dil öğretimindeki dört temel beceriden biridir ama Türkiye’de yabancı dil (yani İngilizce) konuşma becerisiyle özdeşleştirilmiştir. İnsanlar İngilizce konuşmak için yanıp tutuşurlar. Neden İngilizce dinleme yapamadıklarını veya yazı yazamadıklarını değil neden konuşamadıklarını sorgularlar. Burada yabancı dil öğretiminde motivasyonun önemi ortaya çıkar. Çok önemlidir motivasyon. Motive olan kişi temel becerileri kazanmak için daha kararlı bir şekilde ilerleyecektir. Aynı şekilde yabancı dil öğretiminin travma oluşturmaya en müsait şeylerden biri olduğu da akılda tutulmalıdır. Coğrafya dersinde Kuzey Anadolu bitki örtüsünü hatırlayamayan bir öğrenciyle kimse ilgilenmezken İngilizce dersinde sorulan soruya kitlenen veya bir kelimeyi tuhaf bir şekilde telaffuz eden öğrencinin vay haline! Diğerleri ona kendisini mal hissettirmek için her şeyi yapar. Bütün bunların üstüne, konuşma becerisini işletmenin diğer becerilere göre ayrı bir zorluğu da yok değildir. Dinleme ve okumada öğrenci pasifken, yazma ve konuşmada aktiftir. Yazmada ise ayrıca vakti vardır. Konuşma spontane olduğu için en zoru olsa gerektir. Burada dilbilgisi, kelime bilgisi, telaffuz gibi dil unsurlarını o anda ustaca birleştirmek gerekir. Bilgi düzeyiyle birlikte performans da devreye girer. Türkçede de bunun böyle olduğunu kabul edersiniz herhalde. Konuşma performansı diye bir şey vardır ve kişinin yaşamı üzerinde doğrudan belirleyicidir. Konuşma becerisinin bu yüzden biraz daha zor olduğu bir gerçektir ama hakkından gelmek imkansız değildir! Günlük hayatı sürdürmek için 2000, 3000 kelime bilmek gerekiyor. Dilbilgisi kalıplarını bilmek ve içselleştirmiş olmak gerekiyor. Nerede, ne, nasıl söylenir bilmek gerekiyor. Tekrar soruyorum, bunlar yapıldı mı? Bunlar sağlanırsa emin olun Türkçe konuşma performansınız nasılsa İngilizce konuşma performansınız da ona yakın olacaktır. Bunlar yapılmazsa “anlıyorum ama konuşamıyorum” diyen milyonlardan biri olacaksınız. Bu başlığa geleceğiz ama şimdiden belirtelim anladığını ama konuşamadığını iddia edenin %20, 25’ini anladığı düşünülüyor uzmanlarca. %90’ını anlasa konuşabileceği düşünülüyor. Üzgünüm bugün de size masal anlatamadım. Çalışmaktan, emek vermekten başka bir yol yok. Marş marş!

Yanlış 4: Üniversiteye kadar İngilizce dersi alıyoruz, hiçbir şey konuşamıyoruz.

Gelelim bu doğru bilenen yanlışa… Nasıl ve ne kadar ders alıyorsun? İngilizce “konuşamıyorsun” da Türkçe yazabiliyor musun, matematik işlemlerinde nasılsın, coğrafya bilgin nasıl, tarihten anlıyor musun, biyoloji falan, kimya?.. Bütün bunlarda da berbatsın. OECD araştırmasına göre TC vatandaşlarının %40’ı okuduğunu anlamakta ve matematik dört işlem becerilerinde yetersizmiş… Karbonhidrat ağırlıklı beslenmek bu durum üzerinde ciddi etken. Neyse dönelim İngilizceye. Nasıl ve ne kadar İngilizce dersi alıyorsun? Bir dili öğrenmek için 1000-1500 saat nitelikli dil girdisine maruz kalmak gerekiyor. Hesapladım, devlet okullarında okuyanlar lise bitene kadar bu saatlere erişiyorlar aslında ama nitelikli mi? Kesinlikle değil. Sınıf mevcutları çok fazla. İlkokulda haftada iki saatten verilen İngilizce dersinde 40 kişilik bir sınıfta nitelikli dil girdisi sağlamak imkansız. Bedava dağıtıldığı için reklamı yapılan kitaplar bok gibi. Görsel materyal sağlama olanakları kesinlikle istikrarsız. Bu şekilde geçen üç, dört senede öğrenilen her şey yaz tatillerinde unutuluyor. Ortaokula gelmiş bir öğrenci çoğunlukla ikinci sınıfa gelmiş öğrenciyle aynı seviyede oluyor. TR’nin neresinde olursa olsun özel bir merakı olmadan, veya ekstra bir harcama yapmadan İngilizce bilen bir devlet okulu mezununa rastlarsam şaşırırım. Dil öğretiminde çok önemli olan nitelikli, yoğun ve süreklilik arz eden bir öğretim programı devlet okullarında sağlanamıyor. Özel okullarda sağlanıyor ama… Diğer derslerde de sağlanamıyor yukarıda belirttiğim gibi ama nedense hep İngilizce dersini sanık sandalyesinde görüyoruz. Çünkü İngilizce travma oluşturmaya en fazla müsait olan derstir. En fazla oluşturanıdır da. İnsanlar unutmuyorlar acılarını. Patrona Halil isyanının arka planını anlatamazsan kimse sana bir şey demez ama daha önce belirttiğim gibi İngilizceden yetersizlik gösteren bir öğrencinin vay haline! Şu anda, birçok insanın bile bu yazıyı okurken yutkunduğundan eminim. Takmayın yalnız değilsiniz. Veya çalışın. Sizde de hata var. Hem çalışmıyorsunuz hem de acılarla boğuşmaya kalkışıyorsunuz…

Yanlış 5: Dil çocukken öğrenilir.

Aslında bu cümlede doğruluk payı var ama bu cümleyi kuran insanlar genelde bu işin artık kendilerinden geçtiğini, imkansız olduğunu düşündükleri için kuruyorlar. Daha doğru bir ifadeyle beceremedikleri için bahane olarak bu cümleyi öne sürüyorlar. Hangi dil öğrenme şeklinin kastedildiği belirtilmeli. Ama yapılmıyor. Mecbur kalındığı için öğrenilen dil mi arzu edildiği için, iradeyle öğrenilen dil mi? Anımsayalım, mecbur kalınınca 1500 saatlik nitelikli dil girdisi 6 ayda falan hallediliyordu. İradeyle öğrenme sürecinde ise motive bir yetişkini yabana atmamak lazım. 12, 13 yaşına kadar devam eden bir “kritik dönem” vardır. Bu bir hipotezdir. Bu süreden sonra ana dil edinimi mümkün olmuyor. Bu ülkede yaşayıp da İngilizceyi ana dil olarak edinmek isteyen yoktur herhalde. Bu süreden önce beyin çalışma prensiplerine göre yabancı dil edinimi de bazı avantajlara sahiptir. Ama bu yaştaki bir çocuğa İngilizce öğrenmenin elzemliğini kavratabilmek çok zordur. Çocuklar haz merkezli yaşarlar. Dil öğrenmek “zevkli” bir şey değildir. Bu yaştan önce çocukların beyin dokularının esnekliğinden dolayı bazı öğrenme süreçleri daha iyi oluyor diye çocuğun İngilizceyi daha iyi öğreneceği tezi tartışmalıdır. Çünkü (iradeyle) yabancı dil öğreniminde motivasyon en önemli şeylerden biridir. Bu yaştan sonra yabancı dilin öğrenilemeyeceği tezi tamamen gerçek dışıdır. Dünyada İngilizce bilen 2 milyar insanın tahminimce yarısı bu işi lise çağlarında halletmiştir. Ne kadar erken başlanırsa o kadar iyi olduğu gerçektir. Çünkü erken başlama olayı çocuğa; o işe başladığını, o işi becerdiğini ve o işi yaparken mutlu olduğunu kavratır. Haftada 10 saat ve üstü ders verilmiyorsa fazlası beklenmemeli. Yapay bir dil öğrenme ortamında dilin karmaşık yapılarını öğrenebilmek için yetişkin olmak, daha doğrusu çocuk olmamak birazcık daha avantajdır diye düşünüyorum. Yani toparlarsak, çocukken başlamak avantajlıdır ama sonrasında bu işin imkansızlığı diye bir şey söz konusu değildir. Çalışmaya bakar.

Yanlış 6: Benim dil yeteneğim var/yok.

Dil yeteneği diye bir şey var mıdır? Bu şey doğuştan mı gelir? Örneğin bir futbol oynama yeteneği gibi, kişinin genlerinde vardır da ancak belli bir oranda mı geliştirilebilir. TR’de İngilizce öğrenmeyi denemiş ve yapamadığını düşündüğü için vazgeçmiş olan (veya orta seviye diye kendini kandıran) milyonlarca, belki de 10 milyon falan insan vardır. Bağlama için de bu geçerlidir. Bağlama için doğuştan gelen ve bir bölümü anatomik olan bazı özellikler gereklidir ama İngilizce öğrenmek için böyle bir şey söz konusu değildir. Bazı araştırmalarda uzun uzun adlarını yazmaya gerek olmayan üç, dört şeyde iyi olanın yabancı dil öğrenmede biraz daha başarılı oldukları çıkmıştır… Tekrarlayalım, doğuştan gelen ve İngilizce öğrenmeyi imkansız kılacak olan bir “dil yeteneği” yoktur. Ancak öğrenme süreçleri her bireyde farklı farklı gerçekleşir. Bireysel farklılıklar ve psikolojik faktörler bu öğrenme süreçleri üzerinde direkt olarak etkilidir. Kişinin geliştirmiş olduğu yargılar ve de davranışları öğrenme sürecini kolaylaştırır veya zorlaştırır. Elbette şunu belirtmekte fayda var: Bu dediklerim, okullarda nitelikli ve yeterli bir öğretim programı sunulmasıyla direkt olarak ilişkilidir. Yani okullarda nitelikli ve yeterli bir öğretim programı olacak ve ondan sonra kişinin geliştirdiği yargılar ve davranışlar belirleyici olacak. TR’de olduğu gibi; insanlar, bırakın okulları, para verilerek gidilen kurslarda bile allaha emanetken yanlış yargılar geliştirmeye oldukça açıktırlar. TR’de maalesef para verseniz bile doğru yolu bulmamış olabilirsiniz. 10 milyon vazgeçmişe veya orta seviye diye kendini kandırana dahil olma olasılığınız epeyce yüksek. Durmak yok, yola devam.

Yanlış 7: Yabancı hocayla öğrenmek garantidir.

İngilizce kursları ilk iki kurdan sonra derslere yabancı hoca geleceğini vadederek reklam yapmaktadırlar. Vaatlerini de yerine getirirler. Öğrenciler de yabancı hoca gelince garanti İngilizce öğreneceklerini zannederler. Bu mevzuda birçok yanlış var. Bir kere hangi yabancı hoca? Kadıköy, Beşiktaş, Taksim gibi merkezi yerlerdeki kurslar haricindeki mahalle kurslarında işiniz şansa kalmış demektir. Merkezdekilerde de sıkıntılar yaşama ihtimaliniz vardır. Bir kere kurs sahipleri bu işe tamamen ticari bakmaktadırlar doğal olarak ve TR’de ticaret yapan kişi o kadar kolay yalan söyler ki… Yabancı hoca garanti midir? Ben, Avrupa’dan öğretmenlik formasyonuna sahip birisinin gelip de Türkiye’de İngilizce kurslarında çalışabileceğine pek inanmıyorum. Böyle kişiler özel üniversitelerin hazırlık sınıflarında eğitim verebilirler ama gelip de kurslarda 4500 TL maaşla çalışmazlar. Peki kimdir bu yabancı hocalar? Afrika’dan, Doğu Avrupa’dan, Uzak Asya’nın fakir ülkelerinden buraya gelmiş kişilerdir. Elbette İngilizce bilirler. Öğretmenlik formasyonları yoktur. Özellikle Afrikalıların telaffuzları berbattır. Bunlar çok düşük ücretlere çalışırlar. Ücretlerini alamamaları da yüksek olasıdır. Ee zaten şey hep var, dünyanın hiçbir ülkesinde yabancılar, farklılar sevilmez! Böyle hayat yaşayan insanlar bunlar. Şans eseri aralarında iyiler çıkabilir, bir şey diyemem ama yüksek ihtimalle bunlar psikolojileri kötü ve çok az motivasyona sahip olan insanlardır. Sen muhtemelen ilk iki kurda ders dışında hiçbir şey yapmadın, yeterince emek vermedin ve sorunun nasıl sorulacağını bile bilmiyorsun; dersteyken söz alıp “yabancı” hocaya “coffee take go out me?” dersin… O da senin çıkıp kahve almak istediğini anlar ama içinden “Allah belasını versin senin bu İngilizcenin, neresini düzelteyim aq” diye geçirir. “Ok, ok!” der ve çık işareti yapar. İçinden başka bir şey der. Sen İngilizce öğrendiğini zannedersin. “Orta seviyeliler” kervanına katılırsın… Kursa ödediğin 15.000 TL’yi patron ezer, yabancı hocaya da tavuk dönerle beslenmek düşer. Laf aramızda tavuk dönere bayılırım… Şu soruları kendinize sorun: hangi yabancı hoca, nasıl bir eğitim, ben ne kadar emek verebileceğim? Bana sorarsanız kursa hiç yazılmayın. Kurs sayesinde dil öğrenme şansınız %10’u geçmez. Kendi kendinize öğrenme şansınız ise emek verecekseniz %100’dür. Tercih sizin…

Yanlış 8: Bizim bir dayıolu var. 28 dil biliyor.

Gelelim birden fazla yabancı dil bilme/öğrenme mevzusuna… Bir, iki yaz turizm yöresinde garsonluk yapan akrabalarının “28” dil “bildiğini” öne süren adamla karşılaşmışsınızdır muhakkak. Dil bilmek demek şudur: O dilde 1000, 1500 saat nitelikli dil girdisine maruz kalacaksınız, en az 2000-3000 kelime bileceksiniz, 5-7 yıl etkili bir öğretim programına tabii kalacaksınız (kişiye göre bu süre değişir), konuşulanların en az %80’nini anlayacaksınız ve bu konuda yalan söylemeyeceksiniz/kendinizi kandırmayacaksınız, refleks bir şekilde soru sorabileceksiniz… Menü, çatal, bıçak, ekmek, hesap, sevişelim mi gibi tabirleri ezberleyen o dayıo’lu o dili biliyor mu oluyor şimdi? Elbette değil. Bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda ve normal şartlar altında bir insanın hayatı boyunca öğrenebileceği dil sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Manyaklar yok mudur? Vardır. Belçikalı dilbilimci Johan Vandewalle 35 dil biliyor. Bu iş adamın mesleği. Ayrıca bir Avrupalı çok avantajlıdır. Anadili Flemenkçe. Flemenkçede “Benim adım Johan.” demek “Mijn naam is Johan.” şeklindeymiş. Altı ayda İngilizceyi halleder. İngilizler zaten Germen kavmidir. Almancayı da kolay halleder. Fransızların 1066 yılındaki İngiltere istilasını takip eden uzun zaman boyunca İngilizceye çok Fransızca katkı olmuştur, Fransızca da tamam. Ee, zaten Latince kökenli diller olarak Fransızca, İtalyanca, Portekizce ve İspanyolca konuşanlar yolda anlaşıyorlar… Rusçayı halletse beş, altı Slav dilini halletmiş olur. Yani 35 dilin 15 tanesi için emek verdi denemez. Geri kalan 20 tanesini öğrenmek manyaklık işte… Siz bunları boş verin! Buradan birçok kez dile getirdim: Herhangi bir para kazanma amacı yok ise İngilizce dışında bir yabancı dil için emek vermeye ne gerek var? Kullanılmayacağı ve dolayısıyla unutulacağı kesin olan o dil için 1000 saat harcamanın dünyanın en gereksiz işlerinden biri olduğunu düşünüyorum. Bu, işte benim çağımızın vebası olarak adlandırdığım “hobisizliğin” direkt yansımasıdır. O kadar kitap, film, spor müsabakası, seyahat, sosyalleşme, yeme, içme, yemek yapma, resim yapma, şiir okuma (!), siyasetçilik oynama, para kazanma faaliyeti kenarda duracak ben de gidip dünya dili İngilizceyi tam olarak halletmemişken İtalyanca kursuna gideceğim! Ve de para kazanmayacağım bu işten! Tamamen boş iş, bana kimse aksini kabul ettiremez… Şerefinizle şu 1000 saati halletmeye bakın…

Yanlış 9: Kelime ezberlemek lazım.

İngilizce eğitimi söz konusu olduğunda bu cümleyi de sık sık duyarız. Haklılar, kelime bilgisi çok önemli bir şeydir. Peki, bu nasıl gerçekleşecek? Kelime ezberlenebilir mi? Yanlış olarak gördüğüm (bildiğim) şudur ki bağlamdan kopuk bir kelime ezberleme olayı mümkün değildir. Aslında her öğrenme bağlam içerisinde gerçekleşir. İngilizce öğrenmek de böyle bir şeydir. İngilizceyi “biliyor” olarak kendinizi kodlamanız için 2000-3000 kelime bilmeniz gerekiyor. Bu bilmek pasif değil aktif olmalı. Yani o kelimenin okunuşunu, yazılışını ve yapı olarak ne olduğunu bilmeniz gerekiyor. Metin içerisinde gördüğünüzde anlamını %50 doğru tahmin ettiğiniz bir kelimeyi “biliyorum” diye kodlamamalısınız. İnternette İngilizcede en yaygın olarak kullanılan 2000, 3000 kelimenin listesi var. Bir dakikalık bir Google işi bunları elde etmek. Bunların çıktısını alınca bunları ezberleyelim mi? Ezberleme yöntemi 20. yüzyılın ilk yarısında kullanılmış, kısa vadede işe yaradığı da görülmüş ama günümüzde bağlam içerisine elde edilmemiş kelimenin unutulması neredeyse kesin. Hem de 6 veya 8 kere bağlam içerisinde karşınıza çıkması lazım. Tabii sizin o bağlama karşı ne kadar coşkulu bir şekilde bağlı olduğunuz bu sayıyı aşağıya çekebilir. Peki, bağlama nereden ulaşacağız? Bu sorunun yanıtı çok basit. Kitaplardan veya dizi/filmlerden. Gramer altyapısını sağladıktan sonra! Bunu başardıktan sonra veya başarma sürecinde başlamak üzere kitap, dizi ve filmlere yöneleceğiz. Her kelimenin değil ama önemli kelimelerin anlamlarına bakacağız. Ki bu artık günümüzde çok daha kolay ve hızlı. Basılı bir sözlükten bir kelimenin anlamına bakmak ortalama 3 dakikanızı falan alır. Bu şekilde o kelimeyi oldukça ilgilisi olduğumuz bir bağlam içerisinde göreceğiz birkaç defa ve öğreneceğiz. Emek vereceğiz! Seve seve emek vereceğiz! Vakit ayıracağız! Başka yolu yok. Orta okulda özel okula başlamış ve yeterli miktarda, nitelikli dil girdisine maruz kalmış bir çocuk değilseniz böyle… Bir günde en fazla 8-15 kelime öğrenebileceğimiz düşünülüyor. Bence diziler bu iş için biçilmiş kaftan. Art house filmler düşünsel emeği de talep ettikleri için onlardan uzak kalmak en iyisi. Dizi nedir dizi? Hazır yeri gelmişken bir sinefil olarak biraz dizi düşmanlığı yapayım… Hangi dizinin bir numaralı amacı “sürükleyici” olmak değil! En fazla 10 bin kişiye hitap edeceği kesin olan bir dizi yapıldı mı bugüne kadar? Dolayısıyla diziye yönelin 30, 40 dakikalık acayip derecede “sürükleyici” olan kurmaca bizi kendisine bağlar ve bilmediğimiz kelimeye bakmak daha motive edici olur. Ekranı kapanmayan bir telefonla sözlük uygulamasını açacaksın ve dizinin karşısına geçeceksin. Her gün bir, iki bölüm izlesen bir senede tamam bu iş. Marş marş

Yanlış 10: Anlıyorum ama konuşamıyorum.

Bu cümleyi çok duyarız. Gerçeklik payı da var; Türkiye’ye özgü, İngilizce öğrenmenin bir sendroma, bir travmaya, adeta toplumsal bir yaraya dönüşmesi olayının etkisi de var… Gerçeklik boyutu şudur, tıpkı bebeklerde olduğu gibi yabancı dil öğrenenlerde de konuşma becerisi anlamaktan sonra gelir. Konuşmaya dil sınıflarında yeteri kadar önem verilmez ayrıca. Ama okuma becerisi C1 olan birinin konuşma becerisinin A1 olması kesinlikle beklenmez. Konuşma becerisinin okuma becerisinden bir, iki seviye altı olması normal bir durumdur. Bu durum insanların ana dilleri için de geçerlidir. Benim konuşma becerisini beğendiğim çok az insan var örneğin. Neyse, İngilizceye dönersek, “tam olarak” anlıyorsanız bir haber spikeri gibi olmasa da konuşmanız beklenir. O halde bu anlayanlar gerçekten anlıyorlar mı? Yoksa yalan mı söylüyorlar? Daha önce bahsetmiştik, İngilizce öğrenmek TR’de bir travmadır. Benim tahminimce kursa başlayıp da başarısız olmuş bir 10 milyon kişi falan vardır. Çünkü yeterince çalışmamışlardır. Sebebi bu büyük oranda. Bu kişiler benim bu seride yapmaya çalıştığım gibi bu başarısızlığın ardındaki gerçekleri bilimsel yoldan tahlil etmeye çalışmazlar da sorumluluğu kendilerinden atacak bir formül peşinde koşarlar. AAK bu amaca çok iyi hizmet eder. Ne dedik anlıyorsa konuşabilmesi lazım. Bu seriyi yazarken çok faydalandığım bir kitap olan “50 Soruda Dil Öğrenme” (Prof. Dr. Cem Balçıkanlı) adlı kitapta; AAK diyenin kelimelerin %25’ini anladığı, hiçbir cümleyi tam olarak anlayamadığı, anladığını düşünse bile yanlış anladığı iddia ediliyor. Gerçek anlamda bir anlamadan bahsedeceksek bu oranın %80, %90 olması bekleniyor. Bu orana sahip birisinin ağır bir travması yok ise konuşamaması kesinlikle beklenmiyor. Üzgünüm, bu maddede de yüreğinize su serpemedim. Emek vereceksiniz, cesur olacaksınız ve dürüst olacaksınız. “Emek vermesek de diğerlerini olsak hocam” dediğinizi duyar gibiyim. Olmaz kardeşim! Önce emek, önce nitelikli 1000 saatlik girdi…

Yanlış 11: Bizim kurs çok iyi. Tek bir Türkçe kelime kullanmak bile yasak. Kullanan tüm sınıfa çay ısmarlıyor.

İngilizce eğitimi büyük bir ekonomik faaliyet alanı olduğu için bu alanda fantastik çıkışlar sık görülür. İnsanı etkilemeye yönelik iddialı söylemler çok geliştirilir. 21 günde ultra hızlandırılmış kursla İngilizce öğreteceğini iddia edenler, Kemal Sunal filmleriyle kelime bilgisini geliştireceğini iddia edenler ve işte tek kelime de olsa Türkçe kullanmanın yasak olduğu kuralıyla prim yapmaya çalışanlar… Fantastik olmaya gerek yok. Tek kelime bile Türkçe kullanmanın yasak olması, eski hazırlık sınıfları gibi haftada 24 saat ders alınan ortamlarda – o da bir, iki ay sonra- anlamlı olabilir! Ama haftada üç, dört saatlik ders ortamlarında çok da anlamlı olmaz. Bu kısıtlı sürede gramer kurallarının çok iyi kavratılması gerekir. Bu da ana dili aracılığıyla olur. Ana dile hiç başvurmadan gerçekleşen yabancı dil eğitimi pek tavsiye edilmez. Ve dediğim gibi hafta üç, dört saatlik zaman zarfında mutlaka ana dile başvurmak gerekir. Bu sayede kuralları iyi belleyen öğrenci, açığını bireysel çalışmalarla kapatacaktır… Kapatmıyorlar elbette!

İşte böyle… Bu serinin sonuna geldim. Keyif alarak yazdığım yazılar oldu bunlar. Genel özet: İngilizce öğrenmek kolaydır. İngilizce, bir yabancı dil olarak diğerlerine göre gayet kolay bir dildir. Geri döndürülemez bir şekilde de dünya dilidir. Dolayısıyla modern insanın mutlaka İngilizce bilmesi gerekir. Dil öğrenmek iki şekilde olur. Mecbur kalınarak ve iradeyle… Mecbur kalınırsa her normal insan her dili öğrenebilir. İradeyle olacaksa öğrenci 1000-1500 saat nitelikli dil girdisine maruz kalmalıdır. Ayrıca ikinci şıkta travmalar ve de motivasyon epeyce belirleyicidir. Bizim ülke insanı travmalarda da motivasyonda da negatif bir resim verir. Durum böyle… Dewamke!

Bu yazı Uncategorized kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.