İttihatçılıktan Kemalizme

1574708514_ataturk

Atatürk ve Enver Paşa’nın birlikte göründükleri tek fotoğraf bu sanırım. Fotoğraf, Şubat 1917’de Şam’da çekildi. Tahminimce şu, hep dillere dolanan Emevi Camisi avlusunda çekildi. Bu iki şahsiyet arasındaki ikilik 1908-1920 yılları arasına etki etmiştir. Sadece bu ikilik değil… Başlayalım:

Hindistan’da dünyaya gelen, uzun yıllar Amerika’da akademisyenlik yapan ve Amerika’dan emekli olduktan sonra TR vatandaşlığına giren Feroz Ahmad’ın (isminin yazılışının çeşitli versiyonları mevcuttur) “İttihatçılıktan Kemalizme” adlı kitabını okudum.

Bu kitabı bir Facebook geyiğinde Metin Çulhaoğlu tavsiye etmişti. Kitaptan önceden de haberdardım. Okuyayım dedim.

Öncelikle belirtmeliyim ki kitabı çok tutmadım. Yazarın başka mecralarda yayınlanmış makalelerini kitabına eklemiş olması bunun tek sebebi değil. Bir nevi kolaj çalışması şeklinde olan bu kitap baştan aşağıya bir kitap olarak özenilmiş bir eser değil. Bazı makaleler neredeyse tekrar. Yazarın “İttihat ve Terakki” adlı kitabında da bu makalelerden bazılarını görürsem şaşırmam. Yazar TC vatandaşlığına kabul edilmiş ve cumhurbaşkanlığınca liyakat ödülü almış bir insandır. O halde politik duruşu skandal olmamalıdır. Değil de zaten. Ermeni Soykırımı’na hiç değinmiyor. Bu süreçte yaşanılan en önemli olaylardan biri budur. Yaklaşık bir milyon kişi, yani bir halkın neredeyse tamamı, iki bin yıldır yaşadıkları topraklardan sürüldüler ve dahası hayatlarını kaybettiler. Bir milyon insanın öldürülmesi kolektif bir suçtur. Unutulacak, üzeri örtülecek, sadece emperyalistlere ihale edilecek bir şey değildir.

Kitap doğru bir şekilde İtthatçılar ve Kemalistler arasındaki sürekliliği vurgulamaya çalışıyor. Bu süreklilikteki en önemli benzerliklerden biri de yerli burjuvazi yaratma sevdasıdır. İttihatçılar da Kemalistler de bunu arzulamışlardır. Bu kör topal da olsa gerçekleştirilirken Ermenilerin mallarının gaspına nasıl olur da değinilmez! Değinilmez işte… Kitap, İtthatçılarla Ermenilerin münasebetlerini bir ara başlıkta inceliyor ve bu bölüm 13 sayfa sürüyor. Bölüm, 1915 yılının başında bitiyor. İttihatçıların sayfalarca ekonomi politikaları ele alınırken bu olay es geçiliyor. Anadolu’daki Müslümanlara nazaran çok daha zengin ve gelişmiş bir halk olan Rumların zenginliklerini yağmalama konusunun ele alınmasını beklemek de safdillik olur o halde. Rumların öldürülmeden gidebilmiş olmalarına fit olmamız bekleniyor herhalde.

Yukarıdaki paragrafta saydıklarım kitabın önemli bir eksiğidir ancak kitap da hak verilecek, ilgiyle okunacak bölümler de yok değildir. Bunların başında İttihatçılarla Kemalistler arasındaki süreklilik gelir.

Bu sürekliliğe eğilmeden İttihatçıların kimler olduklarına bir bakalım.

Türkiye’deki İslamcıların 2. Abdülhamit sevdası manidardır bana göre. Abdülhamit kendisinden epeyce önce başlayan modernleşme çabalarına karşı çıkmış bir insan değildir. Hatta uzun süreli yönetimi hesaba katıldığında bu çabalara en çok destek vermiş insanlardan biri olarak bile görülebilir. Onun döneminde açılmış olan kurum ve kuruluşlara, kültür alanında gerçekleştirilen faaliyetlere, toplumsal yaşamda gözlemlenen dönüşümlere bakarsak bazı şeyler için “Helal olsun!” deriz. Sorun tek-adamcılık ve istibdat rejimi. Son etkili Osmanlı padişahını, en önemli şiarları modernlik gibi görünen İttihatçılar devirdiği için ve de (kendileri inkar etseler de) onların devamı olarak görülen Kemalistler de Cumhuriyeti ilan edip, dindar yaşamın üzerinde çok sert gittikleri için İslamcılar Abdülhamit’i sahipleniyorlar… Tek-adamcılık ve istibdat anlamında Abdülhmit’ten çok da geri kalmayan İttihatçılar ve Kemalistler birbirlerini reddediyorlar yalnız… Tam da Türkiye’ye özgü politik ciddiyetsizliklerin bir örneği de burada yaşanmaktadır bana göre…

Çok etkili bir (erkek) birey olarak Abdülhamit elbette yönetimi kimseyle paylaşmıyordu. Bu gibi durumlarda hoşnutsuzluğun çıkmadığı, tarihte görülmemiştir. O EEB’nin ne yaptığı, ne başardığı bir noktadan sonra önemli olmamaktadır. Uzun süren iktidarı boyunca Abdülhamit çok hoşnutsuzluğa sebep olmuştu ve karşısında güçlü bir koalisyon vardı. Bunlar da yönetimde yer almak ve Batı karşısında gümbür gümbür geldiği belli olan çöküşe karşı kendi projelerini hayata geçirmek istiyorlardı. Elbette bu topluluk içerisinde “halk” yoktu. Halk politika yapmaz. Koyun gibi güdülür o. Politika orta ve üstü sınıfların işidir. Bu koalisyon düşük ve yüksek rütbeli subaylardan, memurlardan, serbest meslek sahibi sınıflardan, ulemanın alt kesimlerinden ve de evet, üst sınıf yöneticilerden oluşuyordu. Bu kitle amorf bir kitleydi. Kitaba göre İTC (önce cemiyet sonra fırka adını almıştır) bu amorf kitlenin alt kesimlerini oluşturuyordu. Üst kesimler hem Abdülhamit yönetiminden memnun değildiler hem de bir devrim fikrine karşı mesafeliydiler.

DEVRİM?

Gelelim şu devrim meselesine. 1908’de yaşanılanların çeşitli adları var. Resmi tarihe göre II. Meşrutiyet’in ilanı. Bazılarına göre Türk Devrimi. Bazıların göre Genç Türk Devrimi, Jön Türk Devrimi… Lenin ve Troçki’nin metinlerinde de bu olaya devrim dendiğini hatırlıyorum. TR sosyalistlerinin bir bölümü buna burjuva devrimi der bir bölümü demez. Bir bölümü askerlerin zor yoluyla bir şeyler yaptığı için şekil olarak hoşlanmazlar bundan ama içerikle hiç ilgilenmezler… Burjuva devrimi mi değil mi? Batı dünyasında burjuva devrimi diye adlandırılan şeylerden hiçbiri birbirine benzemezken TR’de olan bu tuhaf olayı burjuva devrimi kategorisine sokmaya çalışmak bana olayın kendisi gibi tuhaf geliyor. Bu, kişisel düşüncemdir ve pek insanların katılacaklarını da beklemiyorum: Devrim kelimesini sosyalist devrimler için kullanalım sadece. Devrim dendiği zaman kafaları karıştırıyor. Devrim çok yüce bir şey. Somut olarak insanlara, ezilenlere faydası olan şeyler için devrim denmeli. Padişahlıktan kurutulup, anayasal bir düzene ulaşmak küçümsenecek bir şey midir? Toplumlar statik değil dinamiktir. Yani değişmektedir. Halen bile değişmektedirler. Değişim de iyi yönlüdür bana göre. Bu “devrimler” olmasaydı bile toplumlar daha iyi hale gelecekti. Politika yapma derdi hiç olmayan sıradan insan için de çok bir önemi yok zaten. Baskıcı birisi öfke biriktiriyor, birileri onun karşısında hizip oluşturuyor ve bu kişiyi deviriyorlar. Sonra o kişiler ve ardılları aynı baskıcı yöntemleri uygulamaya devam ediyorlar. Bir yandan da ta o ilk baskıcının dedesinden bu yana süregelen bir yenileşme, dönüşme çabaları var. Devrim kelimesi bana göre burada bol geliyor. Ayrıca genç ve cahil insanların da kafalarını karıştırıyor. Bundan sonra sosyalist devrim olacağını da düşünmüyorum yani kısa sürede, zor yoluyla önemli değişiklikler olacağını düşünmüyorum, dolayısıyla önerim bu devrim kelimesini geride bırakmak. Önerimi kimse kabul etmeyecektir, biliyorum.

Olmayan sınıf burjuvazi “devrimini” yaptı ve iktidara geldi. Büyük beladan kurtuldular ve sonra da ne yapacaklarını bilemediler… Koalisyon hemen dağıldı. İTC burada sudan çıkmış balığa döndü. Devlet yönetme tecrübeleri yoktu. Esasında bir orta sınıf hareketiydiler ama sayıca kalabalık ve güçlü oldukları için de yönetim üzerinde önemli baskı oluşturabiliyorlardı. Üst kesimler muhafazakâr bir yönelim arzu ediyorlardı. 1908 sonrasında yaşanılanlar gerçekten ilgiyle okunuyor. Burjuva olmayan bir burjuvazi, devrim yapıyor ama bir türlü iktidara gelemiyor…

İTC bir orta sınıf hareketidir dedik. Diğer önemli özellikleri birlikçi ve merkeziyetçi olmaları. Kitabın liberaller şeklinde adlandırdığı ve çoğunlukla üst kesimlerden oluşan topluluklar ise ademimerkeziyetçi ve özel teşebbüs yanlısı. Bu kategorizasyon ne kadar doğrudur. Özel bir teşebbüs olmadığı için birileri özel teşebbüs karşıtı gibi görünüyor sanırım. Oysa İTC ve Kemalistler hiç de özel teşebbüs karşıtı değillerdir. Bu, olmadığı için onu yaratmak istemişlerdir ve mecbur kaldıkları için devletçi uygulamalara yönelmişlerdir.

İTC ve kitabın deyimiyle liberaller kah çekişme kah uyum içerisinde ülkeyi yönetmeye başlamışlar ancak Balkan Savaşları bu topluluk için tam bir travmaya dönüşmüştür. Bu topluluk yani ülke yöneten elitler… Balkan Savaşları’ndan sonra İTC Türkçü bir yönelime girmiştir. Daha önce imparatorluğu çok uluslu yapısıyla ayakta tutabileceklerine inanıyorlardı. Balkan Savaşları’ndan sonra ve de Anadolu’daki Rum ve Ermenilerin politik tutumlarından dolayı (kendilerini Osmanlı vatandaşı gibi hissetmiyorlardı) cemiyet, Türkçü bir yönelime girdi. Bu yönelim Kemalistlerce de aynen devam ettirilmiştir.

Bu yazdıklarımız olayın trajik boyutunu göz ardı etmemeli. Zaten bu trajk boyut o kadar ağırdı ki Kemalistlerce keskin bir İTC reddiyesi geldi. Bu büyük günah İTC’ye ihale edildi. Ayrıca Balkan Savaşları’nı kaybeden, I. Dünya Savaşı’nda yanlış tercih yapan İTC’ye eski günahları ihale etmek iç kamuoyunda taraftar da buluyordu. Oysa yöneticileri hariç bütün İttihatçı kadrolar aynen Milli Mücadele’ye katılmışlardır ve de ileride Cumhuriyet bürokratı olmuşlardır. İdeolojik sürekliliği yukarıda vurgulamıştım zaten.

Burada Enver Paşa ve Atatürk arasında asla giderilemeyecek çelişkiler de önemlidir. Atatürk Enver Paşa’nın bu kadar önemli mevkilere gelmesinden dolayı memnun değildir. Kendisini layık görmektedir oralara. Enver Paşa’nın kendisi için “Onu genelkurmay başkanı yapsak, padişah olmak ister. Padişah yapsak allah olmak ister.” şeklinde bir sözü vardır. Atatürk’ün milli mücadeleye başlamadan önce Genelkurmay başkanı olmak için kulis faaliyeti yaptığını biliyoruz. Olsaydı ne olurdu? Tarihe böyle yaklaşılmaz ama insan düşünmeden de edemiyor. Osmanlı Devleti’nde gelebileceği en yüksek yere gelmiş olan bir Mustafa Kemal yine gider Anadolu’da bir milliyetçi hareket başlatır mıydı? İki etkili erkek bireyin aynı anda var olması düşünülemez. İTC yönetimi, tehlikeli bulduğu fikirlerinden ve gözü yükseklerde olduğu tahmin edilebilen Mustafa Kemal’i payitahttan uzakta görevlerde tutmuşlardır sürekli. Mustafa Kemal’in kazandığı askeri başarılar (bu konuda çok da abartmamak lazım, resmi tarihin aksine) Enver Paşa tarafından sansür yemiştir. Yani bu iki şahsiyet bir arada olamazdı. 1. Dünya Savaşı kaybedilmeseydi ve Enver Paşa kaçmak zorunda kalmasaydı Mustafa Kemal de sürekli dışarıda tutulacaktı. Belki de tasfiye edilecekti.

Sanırım sürekliliği yeterince vurguladık. Yeni bir rejim kurmak zorunda kalan ve eskiye dair olan şeylerle hesaplaşmak zorunda kalan Kemalistler, bu şeylerin üzerlerine sert ve kararlı bir şekilde gitmişlerdir. Bilinçli olarak kişi kültü yaratmışlardır. Atatürk’ün aynı zamanda esnek de olmayı başarabilen yapısı sayesinde başarı da elde etmişlerdir. Fonda yine tek-adamcılık ve istibdat vardır yalnız. Bunlar işin özü değildir. Tek-adamcılığa karşı olmadığımı, o tek adamın kim olduğunun önemli olduğunu düşündüğümü defalarca yazdım.

Kitap Kemalistler bölümünü oldukça yüzeysel geçiyor. Kitabın beşte dördü İttihatçılara ayrılmşken, geri kalanı Kemalistlere ayrılıyor. Bu da kitabın planlı yazılmadığı şeklindeki düşüncemi destekliyor.

İttihatçılar ve de Kemalistler TR siyasetinin iki yüz yıllık hikayesinin bir tarafıdırlar. Modern yaşam tarzının karşısında geleneksel yaşam tarzı. Batılılaşılacak mı yoksa tersi mi? Olursa nasıl olacak? Bu kavga hala devam ediyor. Modern yaşamdan yana olanların kazanacaklarını tahmin ediyorum.

Kemalizmin iki boyutu vardır. Biri modernleşmecilik diğeri de Türk milliyetçiliği. İkisi de eşit derecede önemlidir. Kemalizmi bu ikisi üzerinde yükselir. Modernleşme meselesi nihai şekilde kazanılmaya doğru gidiyor. Çok da uzak olmayan bir gelecekte dindar yaşam tarzının yüzüne kimsenin de dönüp bakmayacağını düşünüyorum. Bu anlamda iyi olacak. Türk milliyetçiliği de baki kalmaya devam edecek fakat burada sorun var. TR’de çok büyük sayılarda yaşayan Kürt halkını, doğal olarak, kapsayamıyor bu Türk milliyetçiliği. Kürtler orada kendilerine yer olmadığını çok iyi biliyorlar. Bu anlamda neler olacağını ise tahmin edemiyorum. Yani bu şekilde olmayacağı kesin de ne olacağı meçhul… Bekleyip görelim neler olacak…

Sonuç niyetine: Feroz Ahmad’ın kitabı ilgi çekici bölümler barındırmasına rağmen genel olarak yüzeysel ve özenilmemiş bir kitap. Okumanıza gerek yok.

Not 1: Yazım yanlışlarına bakamayacağım.

Not 2: Mustafa Kemal, Enver Paşa’yla kesinlike değil ama Talat ve Cemal Paşa’larla çalışabileceğini düşünüyordu. Onları vatansever ve yetenekli buluyordu.

 

Bu yazı Tarih, Uncategorized kategorisine gönderilmiş ve , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.