“Ladik Semahı” Teknik Analizi

Grup Çığ neden dağıldı ki! 100 sene devam etmelerini dilerdim.

Kendilerinin meşhur olma süreçlerinin birebir tanığıyım.1995 falan gibi Flash TV’de “Zenger Paşa’nın Konağı” adlı bir program vardı. Orada Erkan Zenger adlı birisi Ankara Kalesi’nin oralarda bu adla sahip olduğu işletmeden türkü programları yapardı. Tam bir düzen adamı gibiydi. Zaten sık sık Turgut Özal’a methiyeler düzerdi. Onun mitinglerinin ses işlerini almış da zengin olmuşmuş… Alevi miydi değil miydi bilmiyorum ama bu kişi Alevilere yönelik bir tv programı yapıyordu. Alevi müzikleri icra edenler bu programa konuk oluyorlardı. Grup Çığ’ı ilk o programda gördüm.

O zamanlar adları Cığ mıydı emin değilim. Mustafa Özarslan ve Oğuz Aksaç adlı iki parlak ses türküler söylüyorlardı ancak introlarda veya aralarda hiç alışık olmadığımız vokal performanslar gerçekleştiriyorlardı. Bunlar deneysel şeylerdi. Deneysel şeyler risklidir. Büyük ihtimalle duvara toslarlar. Bu ikisinin ses şovlarını mest olarak izlerdim. Sonra bunların haftanın P’li günlerinde Sakarya Caddesi’ndeki Adres Bar’da sahneye çıktıklarını öğrendim. Ne kadar çok istemiştim onları canlı izlemeyi ama fakirlikten gerçekleştirememiştim. 2004 yılında bir gün gittim bara ama o gün onlar çıkmıyorlarmış…

1997 yılında üniversiteye başladım. Çığ’ı ilk kez orada gördüm. Ve 1998’de efsane albüm geldi. “Çığ Türküler” Bu albümde o zamanlar kendisinin “Allah’ım” olduğunu etrafıma deklare ettiğim, üniversiteden bağlama hocam Okan Murat Öztürk de vardı. Kolektif bir çalışmaydı. Musa Eroğlu’nun yakın arkadaşları tarafından albüm var edilmişti büyük oranda. O yıllarda çok iyi bir kaset satın alıcısıydım ve kaset kapaklarındaki müzikal bilgileri ezberleyene kadar okurdum. Bu albümde her eser hittir. “Ladik Semahı”nı almak istedim çünkü bu “Teknik Analiz” serimde enstrümanlarla yapılan mücevher işleri ele alıyorum daha çok. Aslında “Halay Potpori”yi de bir gün incelemek isterim. LS benim allahımı kırmıştır. Üç milyon kere başa sarıp dinlemiş olmalıyım.

Başlayalım parçayı incelemeye…

Parça efsane bir kaval soloyla başlıyor. Bendir ve klavye demiyle. Dem tutmak yani parçanın karar sesini vermek… Anadolu müziklerinde illa ki bir karar sesi vardır ve genelde bu ses La’dır. Karar sesi olması aslında bir müziğin biraz ilkel olduğunu, klişelere yaslandığını gösterir. Böyledir de zaten ne yapalım… Müziğin değerli olması başka bir şeydir teknik olarak gelişmemiş olması başka bir şeydir. Halk müzikleri teknik olarak biraz basittirler, yapacak bir şey yok. Sinan Çelik’ti. %99,9 öyle olduğunu hatırlıyorum. Gerçekten efsane. Kaval kadar insanı etkileyen enstrüman azdır. Bu tartışma yapılır: nefesliler mi daha hislidir, yaylılar mı daha hislidir, telliler mi? Açıkçası hepsi yeri geldiğinde hisli olabilmektedir. Kendi adıma gitarı diğer enstrümanların bir tık üstüne koyarım. Hiçbir müzik aleti gitar kadar beni etkileyemez. Dediğim gibi iyi bir kaval performansı sizi duvara çivileyebilir. Burada da o oluyor.

Kaset kabında hangi parçada bağlamayı kimin çaldığı yazmıyordu ama anlaşılıyordu. Bu parçada biraz zor ama… Okan Murat’ın ders arasında “Kahpe Felek”e bağlama çaldığını net söylediğini hatırlıyorum da LS için net olarak hatırlamıyorum. Parçada Musa Eroğlu’nun arkalardan serbest cevaplar verdiği kesin. Ana melodiyi kimin çaldığını anlayamıyorum. Mustafa’nın erkek kardeşi Kemal Özarslan ve OMÖ karışık olabilir. Sonra Musa Eroğlu’na sen serbest takıl demiş olabilirler.

Parça başlıyor. Mustafa Özarslan en güzel sesiyle türküye giriyor. Geçekten çok yazık oldu! TR’nin belki de iki en iyi erkek sesi bir grupta buluştu ama grup dağıldı. Yıllar sonra bir gün kendisiyle oturma olanağı bulmuştum. Hatta bir iki parça çaldım da kendisine. Bu konuyu gündeme getirdim. Eveledi, geveledi ve konuşmak istemediğini hissettirdi. Egoysa ego… Ne var yani, birbirinizi idare etseydiniz. Egosu olmayan sanatçı mı var? Biri açıkça şerefsizlik yapmamışsa bu grup devam etmeliydi. Neyse, Özarslan gerçekten burada nefis söylüyor bu parçayı. Ses rengi diye bir şey vardır, burada onun en güzel örneklerinden biri var.

Semahlarda önce ağırlama gibi bir bölüm vardır, sonra da hareketli bir yer. Bu semahta da var. Mustafa Özarslan iki kıtada tarih yazıdktan sonra tarih yazma sırası Oğuz Aksaç’a geliyor. İzzet Altınmeşe tarzında bir uzun hava söylüyor arada. Tarih yazmak işte budur. Kusursuz bir bölüm.

Sonra hareketli bölüm başlamadan önce tipik bir Oğuz Mustafa vokal paslaşması görüyoruz. Ve hareketli bölüm başlıyor. Yine Mustafa’nın enfes ses rengiyle. Musa Eroğlu bağlama cevapları iyice duyuluyor bu bölümde. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, bu albümdeki “Ömrüm” parçasının girişindeki Musa Eroğlu açışı tarihteki en iyi açış olabilir.

Böyle işte. Eskiyi özlemem genelde ama bu kasetli yıllarımı çok özlüyorum. Müzik, son yıllarda pek belli etmesem de hayatımdaki en önemli şeylerden biridir. O yıllarda her hafta Ankara Ada Müzik’e gider, yeni çıkan kasetleri alırdım. Çok keyifli zamanlardı bu anlamda.

Bir gün başbakan olursam Oğuz’u ve Mustafa’yı ofisimde buluşturup onları tekrar beraber müzik yapmaya ikna edeceğim.

Bu yazı Uncategorized kategorisine gönderilmiş ve ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.