Top 19 Yol Filmi

18157479_1011015035700731_1750752484708524829_n

Bir yere “gitmek” heyecan vericidir ve de sürprizlere açıktır. Güzel/çirkin her yere ve de yalnız da olsa (hatta bazen tercih sebebidir) giderim.

“Gitmek”, kurgusal sanat eserlerine avantajlar sağlar. Olay örgüsü daha alengirli ve dolayısıyla daha çekici hale gelebilir. Tek mekanda, spesifik (bu kelimeden tiksiniyorum ama başka bir şey bulamıyorum) bir olay üzerine geçen filmler de benim için ilgi çekicidir ama yol filmleri herkes için ilgi çekicidir.

Bu yol filmlerine suç unsuru bulaşırsa, filmler daha bir ilgi çekici olurlar. İki insanın yolculuğu olması da onları biraz daha öne çıkarabilir. CCA diye bir kısaltma vardır. Yoktur da ben şimdi önerdim. Yani couple-crime-adventure. Sahi, bu filmler imdb.com’da “Adventure” etiketiyle sunulurlar. “Adventure” yani Türkçe kelime karşılığı macera olan kelime…Oysa biz macera filmi deyince başka bir şey anlıyoruz. Neyse imdb.com’da “adventure” etiketiyle bir film görürseniz bilin ki orada bir yolculuk vardır.

Arşivime baktım ve 19 filmin beni derinden etkilediğini gördüm. Çoğuyla ilgili bağımsız yazım da vardır ama bugün bunları kısaca tanıtacağım. Sıralama ölçütüm en iyiye doğru değil tarih sırasına göredir. En iyi diye bir liste yaparsam, ilk beşi şu şekilde seçerdim herhalde:

5- Stranger Than Paradise
4- Sideways
3- Ulysses’ Gaze
2- Where Is the Friend’s Home?
1- Scarecrow

19- Easy Rider, Dennis Hopper, 1969.

Filmlerin Türkçe isimlerini yazmayacağım bu yazıda çünkü işim var…Easy Rider, motosiklet üzerinde geçen bir film. 70’ler Amerikan sinemasına ne kadar hayran olduğumu birçok yazıda yazmıştım. İşte o uyanış, o silkiniş bu filmler başlar. Jack Nicholson’un Guguk Kuşu’ndan önce (burada yazar esnaflık yapmaktadır ve İngilizce ismi çok uzun olduğu için bu filmin Türkçe adını kullanır) bir dolu harika ama bilinmeyen filmde oynamışlığı vardır. Pardon ben de aynı hataya düştüm ve bu filmde JN’nin oynadığını zannettim. Afişteki adamı yani Peter Fonda’yı JN’ye benzettim. Yönetmen Dennis Hopper, Blue Velvet’teki unutulmaz sapık rolünde izlediğimiz adam.

18- Scarecrow, Jerry Schartzberg, 1973.

Al Pacino’nun iki Baba arasında oynadığı iki filmden biridir ve bana göre bir başyapıttır. Top 3’ün (De Niro, Pacino, Nicholson) gördüğü saygıyı görmeyen ama bence onlardan iki üç santim daha geride olan Gene Hackman’a bir bakın derim. Dolandırıcı filmleri yol unsuruyla buluşunca tadından yenmez demiştim. Bir de üstüne kişilik çatışmalarını ekleyin, alın size Mona Lisa gibi bir film.

17- Bring Me the Head of Alfredo Garcia, Sam Peckinpah, 1974.

Sam Peckinpah’ın lakabını bir daha tekrarlayalım: Şiddetin ozanı…Gerçekten de ozanvari bir uslüpla hikayeler anlatır. Yüzlere yapılan zumlarla karakterlerin duygusal dünyalarını çok iyi gösterir. Hikayelerini tarihten de alır. Meksika’da yaşanan kanun dışı bir olay ve bu olayın çetrefilleşmesidir bu filmde ele alınan. Filmin tek kusuru baş karakterin sürekli bina içinde güneş gözlüğü takmasıdır. Onun dışında harika bir film. Bir de başlığın ne kadar önemli olduğunu bir kere daha görüyoruz. Herhangi bir şeyin adı çok önemlidir.

16- Sürü, Zeki Ökten, 1978.

“Feodalite çözülürken” filmlerine bayılırım. O eski egemenlerin idealize edilmediği filmleri kast ediyorum yalnız. Bu anlamda Züğürt Ağa’yı sempatik gösteren filme karşı herkes gibi bir duygum yoktur. Hamo ağanın da egemenliği elinden akıp gidiyor ve yönetmen Zeki Ökten (Yılmaz Güney) bize bunu destansı bir şekilde anlatıyor. Not: Ankara’yı sevmem ama Ankara’da geçen filmlere ayrı bir ilgim vardır.

15- Yol, Şerif Gören, 1982.

Tıpkı Sürü gibi bu filmde de feodalitenin çözülüşünü destansı bir şekilde izliyoruz. Başka başka şeylerin sarsıldığını da görüyoruz. Bu film dublajlı olmasaydı dünya sinema tarihinin en iyi filmlerinden biri olabilirdi.

14- Stranger Than Paradise, Jim Jarmusch, 1984.

Yeni yeni sinefil olan KT neden o kadar zarf atmama rağmen Jim Jarmusch evrenine dalmıyor? Neden 3766 kişi olmuyoruz bu cennet vatanda? Bu filmi ben ekmeğin üstüne sürer yerim. Ayrıntı seven bir insansanız benim gibi, bayılacaksınız aksi takdirde o meşhur cümleyi kuracaksınız: “Bu nedir şimdi?” Sonra “Vay ben bilmedim vay ben duymadım” demeyin.

13- Paris, Texas, Wim Wenders, 1984.

Bir yol filmi olmasına rağmen duygusal yükü çok ağır olan bir film. İkinci kez izlenince aynı etkiyi yapmıyor ama ilk izlendiğinde dağlıyor. Yollar, çöller aşılmak içindir. Ne için? Nastasia Kinski’nin güzelliği olabilir mi? Sadece o olamaz ama etkendir.

12- Where Is the Friend’s Home?, Abbas Kiarostami, 1987.

Bu filmi ne kadar çok sevdiğimi birçok yazıda anlattım. Arkadaşının defterini yanlışlıkla kendi çantasına koyan bir çocuk, o defteri o arkadaşına ulaştırmak isterken tüm dünyanın ve insanlığın sırlarını deşifre edebilir mi?

11- Thelma and Louise, Ridley Scott, 1991.

Feminist düşüncenin de tuttuğu bir filmdir ve yol filmlerinin şahı değil adeta şahbazıdır. Bir keresinde bir evli arkadaşım “Geçen kovaya tekme atıp evden koşarak uzaklaşmak istedim” demişti. İşte bunun filmini yapmışlar.

10- Sarı Mersedes, Tunç Okan, 1992.

En sevdiğim yerli filmler listemde yer alan bu filmde yolculuk başlı başına bir karakterdir. Almanya’dan mersedes alan işçi Bayram memlekete gidip “bir şeyleri başardığını” dosta düşmana göstermek istemektedir.

Şimdi çıkmak durumundayım. Yazının geri kalanın akşam yazacağım ve buraya ekleyeceğim. Görüşürüz.

Tekrar merhaba. Akşam oldu ve yazıma kaldığım yerden devam ediyorum.

9- Natural Born Killers, Oliver Stone, 1994.

Suç unsurunun bu kadar bulaştığı başka bir yol filmi yoktur. İki sevgilinin mecburen bulaştığı bir suç giderek çok keskin bir sistem eleştirisine dönüşüyor. Oliver Stone arıza bir karakterdir. İlgiyle takip ediyorum kendisini.

8- Ulysses’ Gaze, Theo Angelopulos, 1995.

90’lı yıllarda dünyada özellikle de Avrupa’da inanılmaz şeyler olmuştur. Emir Kusturica’nın “Underground”u tam o dönemde, olan biten şeylerin göbeğinde Avrupa’nın özellikle de Balkanların fotoğrafını çekerken büyük sanatçı Angelopulos da aşağıdan başlayarak bir Balkanlar turu yapar ve esaslı bir tarih sorgulaması gerçekleştirir. Benzersiz sinema duygusuyla zaten ne çekse inanılmaz bir iş çıkartıyor. Bu arada görüp görebileceğiniz en iyi çocuk oyuncu bu filmdedir.

7- Masumiyet, Kader, Zeki Demirkubuz, 1997-2004.

Esnaflık yapıyorum ve Masumiyet’le Kader’i tek maddede ele alıyorum. Bekir’in Uğur’un peşinden neredeyse tüm Anadolu’yu dolaşmasını izliyoruz iki filmde. ZD’nin her zamanki sarsıcı tarzıyla.

6- Her Şey Çok Güzel Olacak, Ömer Vargı, 1998.

Cem Yılmaz’la ilgili ne düşünüyorsunuz? Bir gün ayrı yazacağım da kendisiyle ilgili fobim var benim. Hiçbir stant-up’ını izlemedim. İzleyip, beğenmeyip yine kendimi toplumdan ayrı hissedeceğim diye korkuyorum. İnsanlar ayılıp bayılırken gerileceğim ve kendimi paketlemek için uğraşacağım diye korkuyorum. Sinemada ise Cem Yılmaz’ı beğenirim. Bu filmdeki oyunculuğu tatmin edici düzeyde. Gora ve Arog kötü filmlerdir bence. Suç ve yolculuk yine bir ikiliyi buluşturuyor ve tatlı bir seyirlik çıkıyor ortaya.

5- Im juli, Fatih Akın, 2000.

Son filmini izlemedim, o yüzden bilemeyeceğim ama Fatih Akın’ın bütün filmlerinde birileri Almanya’dan İstanbul’a gider. Bu gidişi filmin önemli dayanak noktası yapan filmse Im juli’dir. Mutlu olmak, kafa dağıtmak isteniyorsa başka kapı çalınmasın.

4- Sideways, Alexander Payne, 2004.

Bu filmi dördüncü sırada gören birisi şaşırabilir. Kimse bu filme kötü film demez elbette ama beşinci en iyi yol filmi olarak da seçmez herhalde. Bazı filmler izlendiği anki ruh haliyle iyi bütünleşiyorsa o kişi için unutulmaz olur. Bu film benim için öyledir. Filmi izlediğim zaman kendimden çok şey buldum. Kafamdaki sorulara iyi yanıtlar buldum. Film sayesinde düşünce ve duygu dünyamda iyi parçalar birleştirdim. Bu yüzden filmi çok severim. Tekrarlıyorum sinek ikilisi değildir kesinlikle.

3- Transamerica, Duncan Tucker, 2005.

Filmin adı bir kere yolculuğu vurguluyor. Bir insan Amerika’yı baştan başa gidiyor. Ne için? Yıllar sonra bir oğlu olduğunu öğreniyor ve onu görmek için bu yolculuğu yapıyor. Filmi ilginç kılan şeyse, bu kişinin bir hafta sonra cinsiyet değiştirme ameliyatı (erkek to kadın) olacak olması. Bir transseksüelin nasıl oluyor da çocuk sahibi olabildiği bilimin konusu ama film epeyce ilginç.

2- İklimler, Nuri Bilge Ceylan, 2006.

NBC’nin bence Uzak’tan sonraki en iyi filmi. Kendi kötü oyunculuğu bile filmi batıramıyor. Film aslında kişisel bir film ama hem yollarda geçip hem de kişisel olmayı başarması ayrı bir övgü sebebidir.

1- Little Miss Sunshine, Jonathan Dayton, Velirie Faris, 2006.

Bu filmle ilgili kaç tane yazı yazdım bilmiyorum. Filmi kaç kişiye tavsiye ettim, kendim kaç kere izledim onları da bilmiyorum. Hatta filmle ilgili bir hikaye bile yazmıştım. Yorum bölümünde bulacaksınız. Yol filmi budur ve de benim fetiş filmlerimden biridir.

Bu yazıyı da arşiv amaçlı yazdım. Çok az insanın okuyacağını biliyorum ama olsun.

Kolay gelsin. Görüşürüz.

Bu yazı Sinema, Uncategorized kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.